Eylül 28, 2011

Hayatım Ve Ona Girenler

Her şeyi başından anlatmak isterdim. Ama hatırlamıyorum ne yazık ki. Hatırladığım anılar 3 yaşımda başlıyor. Hitler haklıydı yani. Aradaki yılları da pas geçersek o güne gelebiliriz. Salonda oturuyorum, ne yaptığımı hatırlamıyorum. Dışarı bakmak istiyorum bir an, aman tanrım o da ne !? Bir kız geçiyor... LAN ! ARWEN GİBİ LAN ! Çok hoşlanıyorum kendisinden. Ne yapsam ne etsem lan. Gidip direkt konuşamam. Çekinirim, utanırım. NE YAPSAM !? Eceye söyleyeyim en iyisi. Bir halt yapamaz ama lan o. Neyse söyleyeyim...



Bir halt yapamadı. Ne yapsam lan ! Tuğhana söylemem lazım sanırım. En samimi ortak arkadaşımız o çünkü. Söyleyeyim en iyisi... Aha ! düşüneceğini söyledi. Boyu da benden 10 cm uzun en az, yanlış mı yaptım acaba... Düşüneceğini söyledi ama 3 gün oldu, hala karşılaşamadık. Her gün böyle dolanacak mıyım böyle ? zaten dolanıyordum, neyse... Aha orada ! off içim bir garip oldu, ne diyeceğimi, ne hissettiğimi bilmiyorum şu an. Çok heyecanlıyım ama. Konuşamıyorum da, hadi girişi gelişmeyi geç de sonuca gel. Gebericem yoksa meraktan. EVET EVET EVET ! Artık o benim sevgilim. Ne kadar da masum bakıyor lan, o da benim gibi utangaç sanırım.



Çok garip lan, normal arkadaşımla daha çok şey paylaştığımı farkettim. Ama farklı bir şeyler var: elini tutmaya bile utanıyorum şu an. Kurduğum cümlede adı geçince bile bir garip oldum. Fazla konuşmadığımı farketti, gizemli biri olduğumu söyledi bana. Haklı mıydı ki, ondan bir şey saklamıyorum aslında. İstemsiz miydi bu yoksa. değil sanırım, gizemli olamazdım çünkü ben çok sevecen biriydim. Sürekli gülerim. Aklım karıştı... Ben kimim ki ? Neyse siktir et, diablo ve warcraft oynamaya devam.



Yine o park. Bu sefer farklı ama. O artık benimle değil. Annesi öğrenmiş, velet kardeşi günlüğünü karıştırmış. Peh. Benim için ağladığını söyledi. İnanmalı mıyım ? İnansam ne değişecek ki. O artık benimle değil. Üzülmedim, daha değil...



Sonra o geldi, ufak tefek minicik bir kız. Ne kadar da tatlıydı. Geldi mi demiştim ? Pardon gitti olacaktı o. Bu kadar çabuk hem de. Başkasıyla çıktı sonra da hemen. Onun için bıraktı beni sanırım. Neyse artık...



Aa ! merhaba. Ben bir gerizekalıyım, senden de çok hoşlandım. Hayatımı sik diye sana tepsiyle sunuyorum şimdi, daha önce başkalarına da yaptığım gibi. Çünkü ben aptal bir çocuğum. Çabuk güvenirim, ne zaman büyüyeceğim konusunda da bir fikrim yok. Dota oynamakla meşgulüm çünkü.



Ovv. Yine sen, kardeşin kucağında. Resmi bir konuşma ve gülüşme. Eve geçiyorum. Sonra tekrar karşılaşıyoruz. Belli ki otobüs durağında beni bekliyorsun. Niye orada duracaksın ki zaten. Belli ki aramızdaki durum bitmemiş daha. E konuşalım o zaman. Bir şey hissetmiyorum ama sana karşı. Hatta "burada olduğumu belli etmek için atıyorum bu mesajı" mesajına da sinir oldum. Çok sinir oldum hem de. Neyse konuşalım. NEEEEE SEN BEHEMOTH MU DİNLİYORSUN, NASIL DİNLERSİN LAN. SEVMEZSİN Kİ SEN, SEVEMEZSİN. SAYGISIZLIK EDİYORSUN BENİM MÜZİĞİME RESMEN !!! SİKTİR GİT. Evet beyler ve bayanlar. Üstünden geçen yıllara rağmen eskiden ben olan bu gerizekalının kurduğu bu cümleyi asla unutmam, unutamam. Belki de ilk ve son sevgilim olacak kişiyi böylelikle hayatımdan çıkartmış oldum. Aslında şimdi bakıyorum da, en iyisini yaptım belki de. Bilmiyorum. Hala rahatsızlık duyuyorum, çünkü belki de en kötüsünü yaptım. Bilmiyorum, bilemiyorum...



Ahh, yıllar geçmiş. Ve ben artık biraz büyümüşüm. Acı bir kaç tecrübe daha yaşamış, artık tabir yerindeyse yaşlanmışım. Çünkü görmemem gereken, duymamam gereken, söylememem gereken bir sürü şey yaşamışım. İnancım pek yok artık. Ama dur, o kim ? uhuuu, tanrım çok hoşlandım. Ne süper bir hatun lan. Pat diye girdi hayatıma, tabi ben de onunkine. Mutlu muyum ki ? bilmiyorum. Sadece olacakları izlemek istiyorum. Çünkü daha başından fake attı. Görmedim sandı, gördüm. Hep görürüm. Sanırım mutluyuz. Ama faul üstüne faul yapıyor. İstiyorum ya da istemiyorum, duymak istediğim bu dedirtecek bana en son yolun ortasında. Ruhaleti davranışlarına yansıyor, farkında değil. Bir şeyden çekiniyor ya da.



Bilmiyorum, yine bilmiyorum. İzlemeye devam edeyim en iyisi.



İzliyorum, çok garip. Göğsümde ağladı bugün. İlk damlayı gördüğümde benim için ağlamıyorsun değil mi dedim içimden. Ama davranışlarımı değiştirmedim tabi. Göz yaşını sildim, kahveyi devirdim sonra. Üzülme dedim, benim için üzülme dediğimi sandı. Üzülme demiştim ama ben sadece. Benim için dökülmedi o göz yaşları, biliyordum içten içe. Çaktırmadım, çaktırmam zaten... (1 gün sonra) Ve şimdi yanından gidiyorum, neler olacağını hep beraber göreceğiz. Büyük ihtimalle bir hafta sonra ayrılırız. Çünkü:



Passion burns like fire carried by the wind



the end of a time, a time to begin.

Bunu ileri görüş testi olarak yayınlıyorum.







Facebookta paylaştığım bu iletiye dayanıyorum. Biliyorum, hissediyorum. Yapamayacaksın, başaramayacaksın. Ama hala sadece izliyorum, merak ediyorum. İlişkimi psikolojik gözleme alet etmişim gibi hissediyorum. Değil ama, bu ilişkiyi akıl oyunları mantığına baştan sen çevirdin. Böyle olsun istemezdim, ama sen yaptın bunu. İzlemeye devam o zaman...



Eve geliyorum, sevgilim diye gelen mesaj beni mutlu ediyor. Başaracak mı lan acaba diyorum kendime. Devam etmesini istediğim bir ilişki çünkü. Ayrılmak istemiyorum, ama ayrılmak konusunda çekincem yok. Ve o akşam ayrılıyoruz. Başaramıyor. Yapamıyor, yeterince güçlü değil çünkü. Tişörtünü napsam diye düşünüyorum. Saklayayım lan en iyisi diyorum, o da benim tişörtümü saklar mı acaba diyorum. Sonra yatağıma yatıp bu yazıda geçen ve geçmeyen bütün ilişkilerimi gözden geçirip uyuyorum. Ve yazıyı bitiriyorum.

Eylül 08, 2011

Sevişmek Bakım-Onarımdır

O günlerde bakım -onarın işine ne elektrik-su tamircisi ne araba tamircisi ne de belediye işçileri bakıyordu. Bu görev o zamanlardan beri bunların hiçbirine düşmüyor. Bu görev yalnız ve yalnız iki çifte düşüyordu . Ya karı-koca veyahut iki sevgilinin işleriydi.

Karınla - kocanla sevişirken ilk başlarda hormonlar bu emir'i veriyordu . Sevgililerde ise durum daha derindi hormonları dize getirmek o kadar kolay olmuyordu başlarda. Sevgililer dokunmak ,hissetmek,gençliğin verdiği adrenalinle zevkin doruklarında tehlikeli tırmanışla yapmak için sevişiyorlardı.öyle de olması gerekiyordu. Çünkü ruh bu ayinde metafizik alemlerde dolaşır ve zaman kavramı o anda zamansızlaşır ve bildik saniye , dakika , saat olmanın ötesine geçer.

Ta ki son durağa gelene kadar... Son duraklar olmasa yeni başlangıçlarda asla ama asla olmazdı. Mesela otobüs son durağa gelir ve inersin ama bu iniş herkes için yeni bir başlangıcın adımlarıdır. Veyahut depresyonda olan bir eş hayatına son verirken son durağa geldiğini sanırken sadece kendini kandırır. O son -bitişte- Can Alan Melekle (Azraille) randevusunun yeni başladığını anlaması uzun sürmez.

Neyse konuya dönecek olursak; sevişmek veya seviş(e)memek işte bütün mesele bu .Kadında da erkekte de artık sevişmek ilişkiyi devam ettire bilmek için bakım- onarımdan başka bir şey değildir...Çünkü ister karı-koca istersen sevgili ol bir yerden sonra bir birinize alışmışsınızdır .Ama yinede ilişki , evlilik devam eder ( ettirirsin).Hani burada devreye ne tamirci nede belediye işçisi hiç biri giremez. Bu sefer bakım - onarım ,tamir görevi sana düşer. unutulmamalı ki bunun içinde iyi bir tamirci olman gerek.



madam

Eylül 06, 2011

Colcage Misvak Özlü

Her zamanki gibi bir gündü. Akşam uyandım, bir şeyler atıştırdım ve daldım gitarıma saatlerce. Ara ara nete yazıp sigara molası verdiğim zamanları saymazsak, aslında başka bir şey yaptığım da söylenemezdi. Köye gideceğimizi söylemişlerdi. Bilmiyorum dedim. Abime gidecek misin dediğimde:

-Sen gidiyor musun ?- Peki sen gidiyor musun ?- Bilmiyorum- Açık söylüyorum, sen gidiyorsan ben kalıyorum, sen kalıyorsan ben gidiyorum.- Aynısı geçerli, önce sen karar ver.

Şeklinde bir konuşma geçti. Gideyim lan dedim, bir hafta netten ve gitarımdan uzaklaşayım, nerden geldiğimi bir de bu gözlerle göreyim dedim. Yıllardır gitmiyordum çünkü. Neyyse, vardık köye. Şöyle çevreyi bir dolandım. Eskiden hatırladığım ağaçların bayağı bir kısmı yoktu. Su kenarında oynadığımız yer düzeltilmişti, kimse oynayamazdı artık orada. Oturup kayısı çekirdeği kırıp yediğimiz merdiven kapatılmıştı. Ve en önemlisi, güleryüzle karşılayan bir anneannem yoktu. Sırf ben pestil seviyorum diye, yaparken elini kesmişti kaç kere. Oraya kadar gitmişken mezarına bile gitmediğimi şu an bunu yazarken farkettim. Tiksindim kendimden... Neyse....


İlk günler her zaman yaptığım gibi ustaca bir şekilde 2 oda bir salon evde bile tek kalmanın yolunu buluyor, kenara çekilip müzik dinliyordum. O günlerden birinde uyumadan önce dişimi fırçalarken farkettim "colcate misvak özlü" Acaba kaç yıldır duruyordu ki orada ? gözlemlediğim üzere bir çok şey değişmişti. Güneş enerjisi yokken sobayla su ısıtılıp banyo yaptığımız o yerde(bir keresinde kuzenim 2-3 yaşlarındayken dötünü yakmıştı o sobada. Sinirlenip şampuanı fırlatmıştı bir de sobaya :D) resmen demirbaş gibi duruyordu o diş macunu. Demek ki ulan o değişmiş bu değişmiş diyordum ama, bazı şeyler de değişmemişmiş meğerse. Dedim ki, madem bir şeyler değişmemiş. E bir de farklı gözle bakalım buraya. Sanki bir şeyler değişmemiş gibi. Sanki o elinde sapan alıp bağ bahçe kuş arayan çocuk gibi. Kuzene dedim ki gel bir dolanalım bağ bahçeleri. Gezerken eski şeylerden bahsettik hep, eskiden önümüzdeki dereden çok su akardı, karşıya geçmem mümkün değildi. Şu an sahip olduğum leylek bacaklarla bile. Şimdi ise su akıyor demek için şahit gerekirdi. Neyse, bir şahsı gördük. Tanımıyorum ben, kuzenim tanıyordu. Selamlaştık: ben seni gız sandım ehi ehi ehi diye güldü. Baktım suratına şöyle bir, gülümseyerek "e saç uzun olunca" şeklinde cevapladım. Bu adam çevresinde olgun bir birey olarak tanınıyor. Ama ehi ehi ehi diye cümle kuruyordu bana, çok ilginç(1)

Neyyse, kuzen dedi ki bizim köye gidelim. Mangal yaparız içeriz falan. Düşündüm bayağı. Uyuşuk bir haldeydim. Kalk lan dedikten sonra çare kalmamıştı ama. Gittik, babannesini görmeyeli nerdeyse 6-7 yıl oluyordu. Beni ablam sanacak dedim saçtan dolayı, Hoşgeldin ereen dediğinde şaşırdım. Bu yaşlı insan beni tek bakışta tanımıştı bu kadar yıla rağmen. Yaptığı içli köfteler de çok güzeldi. Kuzenimin kuzenleriyle kaynaştık sonra. Onlar da tanımıştı beni. Hepsi candan sıcak insanlardı, sanki hiç zaman geçmemişti görüşmeyeli. Zaten yılın bir tek o zamanı herkesi orada bulmak mümkündü. Köyler eski köyler değildi artık, herkes bir yerde bir şeyler okuyordu. Mühendisinden sanat tarihine kadar. Herkes bir şeyler anlatıyordu. Ama farkettim ki bazıları aynı şeyleri anlatıp duruyordu. Ne kadar çok konuşuyordu lan bazıları. Vır vır vır, içi boş şeylerdi hep. Dolu gibi gösteriyordu ama(2). Bir şey de demedim. Ama kimsenin bunda bir sorun bulmaması daha ilginçti(3).

Dağa falan çıktık elde tüfekle. 1 tavşan 1 kara tavuk 1 de sincap gördük. Ama hepsi menzilin bir hayli dışındaydı, sincabı saymıyorum. Vurmak istemeyiz onu. Dağ dediğim de bildiğiniz dağ bu arada. Çıkarken 3 kere mola verdik götümüzden nefes alıyorduk yani. Vuramadık sonuçta. İnerken ibibik mi deniyor, ağaç kakan gibi ama daha şeker bir kuş var. Bahsettiğim çok konuşan şahıs vurmaya yeltendi. Dur dedim, yiyebileceğin bir kuş değil, niye vuruyorsun ? Cevap veremedi. E vurma dedim. İndirdi tüfeği. Yürürken yolumuzun üstünde durdu kuş. Biz 2 metre yaklaşana kadar bekliyor, yaklaşınca da 20 metre ileri konuyordu. Bu kadar uysal bir canlıyı vuracaktı yani... Şunu farkettim bu esnada, anadolu çocuğuyum lan ben. Entellektüel ayağına yatıp eleştiri bombardımanı yapıp, gözde bir üniversite içinde aldığı alkolün etkisine tepki olarak oluşan durumu ağaç dibini ıslatarak geçiştiren adam değil. Dağın tepesinde bile ağaç dibini ıslatmayan, benliğini kabul eden adam. Üzülüyorum bu konuda bazen, ben buralardan uzaklaştıkça yarın öbürgün olursa ki çocuğumun da görme ihtimalini azaltıyorum. Ama hayır arkadaş, kulağından tutup getirme pahasına da olsa görecek o velet buraları. Bizim gerçek özümüzü kültürümüzü görecek. 

Fazla konuşmayı sevmem, o yüzden konu atlıyorum tekrar.

1-2-3ü dikkat çeksin diye değil, işaretlemek için yazdım. Ne kadar garip değil mi ? Aslında gayet mal şahıslar çok yakın çevremizde bulunabiliyor, ama biz subjektif çerçeveden baktığımız için bunun farkında olamıyoruz. Sürekli duyarsınız şunu " vay şerefsiz, vay adi, vay ipne " peki sen nesin arkadaş ? diyebiliyor muyuz ? ya da "peki ben neyim arkadaş" diyebiliyor muyuz ? Ben diyebiliyorum ve vicdanım oldukça rahat bu konuda. Hiçbir zaman kendi kendime kasıntı triplere girmedim, girmem de. Ben ne malsam oyum. Herkesin kendinin ne mal olduğunu bilmesi temennisiyle noktayı koyuyorum, ahan da  koydum.

Spiritualerening

DOLU

dolu kelimesi ne kız ne de erkek için yağan doluyu ve de henüz boşalmamış dolu bira şişesini ifade ediyordu . onları yolu paralel yönde olmayan farklı kutuplara doğru hareket eden iki zıt yönlü oklardan başka bir şey değildi.
kız Tunalı caddesinde ilerliyim bir yandan mağazalara bakıyor ( nasıl olsa zamanı gani gani vardı sevgilisiyle geçirdiği zamanlar yoktu artık) bir yandan bebek arabalı anneleri, gençleri , köpeklerini dolaştıran ebeveynleri,arasını park etmeye çalışan beceriksiz şoförleri ,elinde burger içecekleri ile geçip gidenleri inceliyor .
kızın sağ tarafındaki mağazaya bakmasıyla içeri girmesi bir oldu . sağında ,solunda, önünde , ardında kumaştan bozma bi dünya kıyafet askılıklarda tezgahta sahiplerini bekliyorlardı . kızda ilerleyerek etrafına bakınıyordu . birden bir pantolonu eline aldı ve önce fiyatına sonra bedenine baktı ve kendi kendine " ııımmm yok bu küçük " ardından bir diğerine uzandı daha büyük bir bedenin aldı ve beğendiği iki tanede bluzu alıp PROVA tabelasının yazılı olduğu yere doğru ilerlerken etrafına bakınmaya devam ediyordu.
kabinleri önüne gelmişti bile. ama birden bir prova tabelasına bir kabinin önündeki insan yığınına bakakaldı. kabinin önünde bekleyenler kimi eşini , arkadaşını , kızını , sevgilisini bekliyor kimisi boşalması bekliyordu ... aynadan kendine bakan vır vır kıyafetlere yorum yapan yakınlarla doluydu. kız kendi kendine " mahşer bile buradan sakin " diye içinden geçirdi veya " yok yok olsa olsa bunlarda sevgili felsefesini yaşayan kurbanlardır." diye söylendi.kız bir elinde kıyafetler başında nöbetçi bulunmayan kabinlerin kapılarını bir bir vurmaya başladı tek tek tek tek. sesler ardı adına yükseliyordu DOLU DOLU DOLU........... Kız usulca bir köşede yer bulup ipodundan gelen müziğe kulak verdi yasmin levyd- al alegria ..........
erkeğin durumu mu?
erkek bekarlığın zirvesini yaşıyordu. birden çalan telefonun sesiyle uyandı " mk kim lan bu saatte" diye telefonu baktı.arayan kankasıydı.kısa kesti telefonu kapattı saate baktı .saat akşama olmuştu bile mutfağa gitti mutfak dediğime bakmayın lavabonun içi kirli bulaşıklar, kabuklar ,lavabonun üstü mahşeri cümbüşü yaşıyordu uzun zamandır. çer çöp ,küflenmiş gıdalar ,bira şişeleri ,kapakları, kirli bardaklar,fıstık kabuklar ve daha bilumum zerzevatlar...tekrar telefonu eline aldı ve " kanka her zamanki mekana gidelim ama bu seferlikte sende olacak bende kuruş kalmadı biliyon "...... Erkek duş aldı traş olmadı temiz kalan iki parça kıyafetini giydi. telefonunu ve anahtarını da alıp evden çıktı.
bara geldiklerinde gecenin ilerleyen saatleriydi. dışarıda oturan gruplar bara girip çıkanlar ,daha kapıdayken sigarasını yakanlar,bir yandan sigara içip konuşan diğer yandan ise etrafı kesenler . sigarasından derin nefes alıp sonra dumanı özgürlüğe salanlar. sanki bir sigara ayinin da buluşmuşlar gibiydiler . hep birlikte ama birbirlerinden bi haber .... içerisi ise kokular neon ,lazerli ışıklar gidip gelenler , kafayı bulan ve kendini piste atanlar arasından erkekte çoktan içme ayinine katılmıştı bile bir iki üç... kankası ise yanındaki kızla çoktan harikalar diyarına dalmıştı. erkek ise etrafa bakınıp" lan herkeste mi sevgili terk " diye söyleniyordu. bir yandan da bıçak gibi etrafı kesiyordu bira fıçısını kafaya dikmesiyle sidik torbasının isyan etmesi bir oldu. daha fazla tutamayacağını anlayınca WC tolunu tuttu.gözleri kızlar tuvaletine takıldı " Way Canına burası ego kuyruğunu da geçmiş" diye söylenerek erkekler t uvaletine girdi .kapıda sigara içenler içeridekileri bekleyen ve kızlar kesen bir iki kişi.erkek ise elleri aletlerinde birinci kapıyı vurdu "dolu " ikinci kapıyı vurdu " dolu . tekrar birinci kapı " dolu ikinciyi " tekrar vuruca "dolu dedik ya bok mu var lan .." diye bir ses kutu kadar yerde yankılandı. erkekte daha fazla dayanamadı ve pisuvar da olmaya tuvaletin lavabosuna sidik torbasını boşaltırken bir yandan da hayatını müziğini keşfetmişcesine gözleri kapalı çişinin senine kulak ver.....


MADAM

Eylül 05, 2011

ŞEY


“Şey”lerin tutsaklığıyla yaşıyoruz hep. “Şey”ler ve biz. Midemizi bulandırıyorlar, kusuyoruz olanca gücümüzle, ihtiyaç duyuyoruz…  Zıtlık geliyor, bir çelmeyle yerle bir oluyoruz. Bütün varoluşumuzla “şey”leri düşünüyoruz bu defa.

Acı çekiyoruz, “şey”ler diyoruz, ah o “şey”ler yok mu… Dünyamızı, çevremizi, zihnimizi, bünyemizi felakete sürükleyen o şeyler… Bir günahımız varsa boynumuzun borcu diyor “şey”ler, ve devam “şey”leşmeye… Ne yaman çelişki!
Her nesil kendi “şey”ini oluşturuyor. O aslında boyun eğmeyi reddeden asil ruhun bir efsanesi oluyor da kendi varoluş sebebine durmadan umutsuzluk aşılamaktan da geri durmuyor. Bayrak elden ele geçiyor, efsane “şey” bugün de hala yaşıyor.
Kıskanıyor, acıtıyor, bastırıyor, yaralıyor öldürüyor “şey”. Ahlak, kural, yasa, düzen, aşk, yer, zaman belirleniyor, saldırıyor “şey”. İnsan insana yapmaz bunu… Aslına bakarsak müthiş hâkimiyet gücüyle elde edememenin verdiği acınası hikâyeyle bağdaşıyor, kopuyor, tanrılaşıyor “şey”. Tapının “şey”e!
Düşünüyor, resimler çiziyor, kitaplar yazıyor, fikirler aşılıyor, üretiyor. Ağlıyor… Hâlbuki “şey”ler ağlamaz mantalitesini de yerleştiren, karşımızda parçalanmaz bir kaya kütlesi gibi duran da o “şey”ler değil mi? “Şey”lerin gözyaşlarına daha çok ağlıyoruz biz, şaşkınlıktan olsa gerek! Bu hayatta dibe batışlarını kabullenmeyen tek şey, “şey”dir. O güçlüdür, yıkılmaz kolay kolay. Yeri gelir acıyla beslenir de asla “şey”liğinden ödün vermez, adamın midesine oturur, manasızdır, “şey”dir çünkü. Tanımlanamaz ama cümle içinde bol keseden kullanılır “şey”.  Bahseder, anlatır ve konu “şey”e gelince hafifçe yutkunuruz biz. Biz? Bizi tanımlamak da “şey”e düşer ancak, uzuvlarımızdan tutun da iklimlerimize alışkanlıklarımıza kadar tanımlanırız “şey”ler tarafından. Yadırgamayız biz de… Alışmışızdır. Üç beş biz çıkar da karşı koymaya çalışırsa tez kellesi kesile…
“Şey”ler bize, nefret etmemiz için koca bir ırk, yüzüne tüküreceğimiz bir ulus, lanetleyeceğimiz bir din verir. Kısaca istediğimiz her şey (!) Haklı olmaya ihtiyaçları vardır. Savaş başlatırlar, bu savaşlar sözde şeref için başlar, yüksek egoist yanlısı bir tatminle son bulur. Artık hepimiz güvendeyiz (!) “Şey”, Amerika’ya benzer biraz da… İyinin ve kötünün ne olduğunu öğretir,  ehlileştirir bizi… Vermesi beklenen kötürüm edilmiş bir bağımsızlık ve etimize kıymık kıymık girmiş bir özgürlük değildir aslında ama yine de tek gördüğümüz tecavüze uğramış bedenler…
Yazmaya olası hallerde kötülere ve ucubelere yazacağız dendi bana.  Bir kadın için yazmak kolay belki artık. Keşke Ortaçağ’da yaşasaydım da inadına bir “kadın” imzası atsaydım şuraya diyorum şimdi. “Şey”leşmeseydim, “şey”leştiremeselerdi beni ta o zamanlarda… Kimliksizliğe mecbur bırakılmaktansa bir orta parmak kâfi olurdu belki de “şey”lere kafa tutmaya (!) Ama yine de aklıselim bizlerden bir kaçı “şey”lerin asilikten hoşlanmadığını da unutmuyor hala, kim bilir belki de “şey”siz kalmayı jelibonsuz kalmakla eşdeğer tutuyorlardır da çok da önemli değil aslında. Jelibon un nasıl yapıldığını anlatmaya mecalim yok şimdi. Kötü desem de yenmeye devam etmeyecek mi zaten?
“Şey”siz bir dünya istemem, aksine oldukça sıkıcı olurdu kendini bilmez birkaç “şey”in kafasını yaşayamamak. Her “şey”, kötü “şey” de değildir haşa, ama belki burunları biraz kısaltılabilir, maksat her işe bir uzuv sokmaksa, benim de burnum var nasılsa…
“Hiç birinizle dövüşemem, siz ne derseniz deyiniz.”

wiep

Eylül 04, 2011

Kimdir


Vatandaşa sorduk kadın kimdir diye. Enteresan cevaplar aldık. Tabi.herkesin farklı bir görüşü var bu  konuda bakış açısı ve ilgi alanına göre. Fakat bu yazıda sadece gerçekler var. Buyurun;
Kadın osurur bi kere ve geğirir.
Kadın yalan söyler bazen gerekmese bile.
Kadın yakışıklıya bakar.
Kadın çok soru sorar.
Kadın zekidir genellikle. Belli etmese de.
Kadın hisseder.
Kadın aşık olur.
Kadın evlenmeyi düşlemez her zaman.
Kadın cesurdur.
Kadın iyi tavla oynar.
Kadın çoğu erkekten daha dayanıklıdır alkole. (her kadın değil elbette)
Kadın aynı anda birçok işi birden yapabilir, hepsine aynı ölçüde dikkat verebilir.*
Kadın her şeyi hafızasına kaydeder, dikkatli olmak gerekir.
Kadın beğenilmeyi sever.
Kadın takdir görmek ister.
Kadın güler ve ağlar. Ve aman biri görür mü diye endişelenmez. Bu zayıflık değildir. İnsanın duygularını gizlememesi en büyük cesarettir.
Kadın “ilk adım”ı atmaktan çekinmez. (evet, var böyle kadınlar da)
Kadın en parlak fikirlerin mucididir.
Kadın detaycıdır ve düz mantık onu incitebilir.
Kadın eğer bir erkek onu çok incittiyse, sinsi planlarla o erkeği mahvedebilir.
Kadın gerçekten de tehlikelidir.
Kadın diğer kadınlarla çok anlaşamaz.
Kadın rekabet etmeyi sever, “en” olmak ister.
Kadın bencil ve şımarıktır.
Kadın asidir, çoğunlukla pasif agresif.
Kadın bastırılmaktan nefret eder.
Kadın cevabını bildiği sorular sormayı sever.
Kadın erkekleri anlayamadığını söyler ama anlayamadığı bir şeyi gayet güzel idare edebilir.
Kadın dokunmayı ve dokunulmayı sever.
Kadın ürkek olduğu kadar vahşi de olabilir.
Kadın sevişir de.
Kadın sevişmeyebilir de.
Kadın kimseye ait değildir.
Kadın burnunu da karıştırır.
Kadın uyurken salyaları akar bazen.
Kadın horlar hatta.
Kadın gerçekliği istediği gibi bükebilir.
Kadın histeriktir.
Kadın saçmalar.
Kadın belki de tüm bunları inkar eder.
Ve kadın bunları yazdığım için bana kızar.

Kadın bunların hepsinden çok daha fazlasıdır ve aynı zamanda bunların hiçbiridir. Ahengi sağlayan güzel ve çirkin olan şeylerin birleşimidir. Hümanizm ve iyimserlik güzel şeylerdir.
Son olarak; kadın tüm saçmalıklarının dinlenmesini ister.
Ben bir kadınım, saygılar.

quaviel.

Yazar Kafa

Yolumu bulabilmek icin doke saca kaciyorum. Kiriklardan sana geri donebilir miyim dersin? Tum kiskancliklarimi yanimda goturuyorum. Onlara bir gun ihtiyacim olacak. Bilincli tuketiciler islerini bilirler. "Benden baskasina dokunmussun"lar bileklerimde. Bombalarin arasindan geciyorum. Kulagimda patlama sesleri. Herkesin bildiklerini yuzume gozume bulastiriyorum. Temizleyemiyorum aklimin mintikasini. Etrafimda yalanlar, yalancilar. Hani bir sanatci olsam, "Altin Tabanca" odulu verilse bana; bambambambam. Ya da ucsam. Ucabilsem Eiffel'den atlayip intihar ederdim. Aynalarin gostermeyi unuttugu bi halim vardi, yere cakilinca o da kalmayacak, kesin.

Askin en sirret halindeyim su an. Elimi nereye koyacagimi bilmezken sakaklarima seni dayadim. Hayir cildirmadim. Sadece aklini cikarip aklima saplama istegi bendeki.

Ergendim ben, ya da sen ermislere benziyordun, bense sıkısıp kalmistim cocuklugumla kadinligim arasinda bir yere. Oyle derin bir his ki bu cigerlerim parcalaniyor, rahmimi bir cocuk tekmeliyor, analigim can cekisiyor, kadinligim beni terk ediyor. Kendimi sana saklayacakken sozde, hangi parcami nereye koydugumu bile unutuyorum gidisinle. Kendimden kopan parcaya "hoscakal" derken, beynimin klavyesi kiriliyor, kelimeler kiyafetsiz kaliyor, sairler bilegime dolaniyor, siirlere tapiyorum ben, kendimi sadece onlarla anlatabiliyorum: "Sana gitme demiyorum, ama gitme!"

Tanrim konusmaliyiz!

21 yasim gozlerimden bosaniyor su an. Durmayin devrilin cumleler! Uzerime dusun ulasabilirseniz; zira hic olmadigim kadar dipteyim bugun. Ugradigim hayal kirikligi karsisinda alci gorevi goremeyecek hicbir sey. Aklimda ise gereksiz satirlar:"Aslında hep farkındaydım senin için bir havaalanı olduğumun. İstediğin saatte siktirip gider, istediğin gece/özellikle ben uykudayken/ağzına sıçmak için uykularımın/ inerdin bana sertçe, frensiz, ışıksız, ve gürültülü! Bir merdiven akardı, akardı tüm basamakları ergenliğimin giderken sen... Çoğunluk ağlardım! Dişlerim ağarırdı inan. Bir köpek havlardı, bir kedi miyavlar, bir keçi geviş getirirdi. Tüm şehir siktir olup giderdiniz, tüm binalar, tüm sokak lambaları 
ve şiirler..." 

jjskiss

Eylül 03, 2011

Dolmuşum Ben

Tıklım tıklım bir dolmuştayım. Aylardan ağustos, şehrin en sıcak olduğu dönemler. Tüm pencerelerin açık olması fayda etmiyor, hava basık. Şükür ki arka taraflardaki ter kokusu buralara ulaşmıyor. Paydos saati yola çıkmamalıyım diye kendime kaçıncı kez hatırlattım ve bunu kaçıncı kez unuttum bilmiyorum. Ama sonuçta aylardan ağustos ve ben paydos saati dolmuştayım.
Hayatımızda hiç yaşamak istemeyeceğimiz anlar vardır. Eğer bu anlardan birindeysek, karnımızda kelebekler uçuşur, avuç içlerimiz terler, kan basıncımız yükselir ve kalp atışlarımız hızlanır; tansiyon değişiklikleri yaşadığımız da görülebilir hatta. “yer yarılsa da içine girsem”, “ensemde boza pişti”, “dünyanın kaç bucak olduğunu anladım”, “ oha falan oldum”, “kal geldi” gibi deyimlerle bu ruh halimizi ifade ediyoruz yüzyıllardır. Bilimsel açıklamalara göre; bu anlarda sempatik sinir sistemimiz devreye girer ve metabolizmamızda çeşitli değişimler görülür. Psikolojik açıklamaya göreyse, bu ruh haline anksiyete denir. Kurbanlık koyun gibi oturmuş, eve gitmeyi beklerken birazdan böyle bir ruh haline bürüneceğimi bilmiyordum tabi.
Toplu taşıma araçlarında gözlem yapmak enteresan sonuçlara ulaştırabilir sizi. Kendi kendine şarkı söyleyen gençler, birbiriyle bakışan çapkınlar, “şu kalksa da ben otursam” diye birilerinin gözünün içine bakan teyzeler. Umutsuzca 2 dakika önce aşık olduğu kıza bakıp evlilik planları yapan delikanlılar, bağırarak konuşan ve türlü hareketlerle birey olduğunu bizlere kanıtlamaya çalışan ergenler, herkesin parasını verip vermediğini kontrol ederken akrobatik hareketlerle araba süren şoför amcalar, akşam ne yemek yapacağını düşünen çilekeş kadınlar, sevgilileriyle mesajlaşırken inceden telefona doğru gülümseyen genç kızlar, iş adamı edasıyla çok yoğun ve önemli bir insanmış izlenimi verebilmek için gereksiz de olsa birilerini arayıp arka arkaya telefon görüşmeleri yapıp saatlerine bakıp duran adamlar ve bir de ben. Ah zavallı ben.
Alnımda biriken ter damlacıklarını elimle silmeye çalıştıkça daha da çok terliyor olmamın beni ele verip vermediğini anlamak için tedirgin gözlerle çaktırmadan sağa sola bakıyorken, acaba bu bakış beni ele verir mi diye düşünüyor olmam kaygılanmama yol açıyor. Gittikçe paranoyak olmaya başladığımı düşünürken yaşlı teyze bana doğru bakınca, “ acaba anladı mı ki?” diye düşünüp daha çok terlemeye başlıyorum. Gözbebeklerim büyüdükçe büyüyor. Eve varmama daha 15 dakika var. 15 dakika yani, 900 saniye. Çok uzun bir süre değil aslında, bekleyebilirim gibi geliyor bana. Sonuçta daha çocukken ailemiz tarafından eğitimini alıyoruz bazı şeylerin, o kadar da zor olmamalı, diyerek cesaretlendirmeye çalışıyorum kendimi. 300 spartalıyı düşünüyorum zor zamanlarda hep yaptığım gibi. “ i can do this” diyorum kendime, “this is spartaaa” diyorum. Ama metabolizma söz dinlemez ve sizi rezil de edebilir, vezir de. Rezil olmak üzereyim, saati tekrar kontrol ediyorum, 8-9 dakika sonra ineceğim dolmuştan. Sindirim sistemime lanet ediyorum ve Murphye elbette. Çünkü kimseler inmedi henüz dolmuştan. Hala aynı kalabalık mevcut. Sanki herkes benim rezil oluşumu görmek için bekliyorlar, her göz beni izliyor sanki, neredeyse benim inmeme de izin vermeyecekler gibi geliyor bana. Karnımda uçuşan kelebekler tedirginlikten mi yoksa karnımda kelebekler uçuştuğu için mi tedirginim bilemiyorum. Bu paradoks bir girdap gibi içine çekiyor. Ve kendi kendime bir daha adana kebap yemeyeceğim diye hatırlatıyorum. Karnımdaki kelebeklerin, midemdeki yanmanın, osurmak üzere oluşumun ve kokusunun hissedilip hissedilmeyeceğini düşünmekten ağarttığım saçlarımın tüm sorumlusu o adana!
Neyse ki çok az kaldı inmeme. Buraya kadar kazasız belasız gelmiş olmaktan dolayı kendimle gurur duyuyorum ve “ müsait bi yerde bırakır mısın kaptan?” diyorum şoför amcaya. İşte ne oluyorsa o an oluyor. Ayağa kalkıyorum, yanımdaki teyze yana doğru çekiliyor fakat kalkmıyor tam. Ben ona arkamı dönerek kapıya doğru yönelmek üzereyken akrobat şoför amca bir tümseğe girince işte o an 45 dakikadır verdiğim çaba boşa gidiyor. Tam teyzenin burnuna doğru salıyorum kendimi. Tam o sırada dolmuş duruyor ve kendimi dışarı atıyorum fakat dolmuş geçerken teyzenin bana bakışlarını unutabilmem mümkün değil. Öyle kırgın, öyle yitik ve öyle bayılmak üzere! Sırf şu tedirginliği yaşamamak için varımı yoğumu biriktirip kendime bir araba almaya karar veriyorum. Hakkını helal et teyzem, sayende büyük adam olurum belki…


quaviel

Eylül 02, 2011

89 Model Hissiz Grevci

Zamani durdurmasina gerek yoktu milyonlarca et yigininin. Bir hastane odasina, peygamber sozu gibi oluk oluk akiyordu kani kadinin..

O dusuncelerin kafasina hucum etmesine engel olamiyordu kadin, sanki beyni bir suc mahali. Binlerce kez ayni yerlerden gecmis olmasina ragmen ne katili, ne de sucluyu bulabiliyor. Yurumesi gerektigini hatirladiginda, ellerini cebine atiyor. Bir anahtar olmasi gerek oralarda, ama bulamiyor. Gozleriyle ellerini kolacan ediyor kadin, dolasan dusuncelerini bir sureligine cozuveriyor. Her seyi unutuyor ancak, aglamayi unutmuyor.


Adamin gozlerine bakiyor kadin. Aklindan gecen tum cumleler, bir anda kadina dusman kesiliyor. Az once begenmedigi kelimelerin yerlerini umarsizca degistiren kadin, kelimelerin attigi taslarla kaskati kesiliyor. Ilk goruste sevmedigi insanlar var kadinin. Bir de son goruste parmagini gozlerine sokup aglattiklari. Yanlisini yuzune tokat gibi carptiklari var. Ayni yolda yururken bir anda sarampole yuvarladiklari. Onlari dusunuyor kadin. Ve bir anda ellerini beynine geciriyor, farkina variyor. Artik sadece sesini yukselttikce korktugu, ritmi bozuk bir kalbi var kadinin. Agzini, elleriyle kapadigi yumruk biciminde bir kas obegi. 

Mirildaniyor...

"Tahammul etmeme izin verme Tanrim, kaldiramiyorum."

Soluksuz kalinan bir iki geceden sonra daha duzgun biri olma cabasina giriyor kadin. Girisiyor,butun dovus teknikleriyle agzinda burnunda dinamitler patlatiyor. Kulaginda cigliklar.

"Dagilmama izin verme Tanrim. Toparlayamiyorum."

Yuzundeki her cizgi, adama giden birer yol haritasi. Yamacin basinda adam, sonunda kadin.

Yol dumduz patika aslinda, ama adama vardikca dikenler canini yakiyor kadinin. Her adimda kaniyor. 

"Iyi insanlari cikarma karsima Tanrim. Kandiramiyorum."

Hamile bir kadinin istemedigi cocugunu bar tuvaletinde dusurmeye calismasi gibi bir ask bu. Her aglayista, tuvalet fayanslarinda uzanan bir cenin poziyonunda, yataga uzaniyor kadin. Perde acik. Kapi acik. Hava sert. Bakislarindan daha sert adamin. 

"Yatagin icinde bana arkasi donuk uyuyan adam. Sana olan sevgimdendir elindeki sigaraya ortak olmam. Opmeyi ogrendigim ilk gun, gozunun kenarindan optum once. Henuz ayagim takilmamisti o kocaman cukurlara, dusmemistim gamzelerinden hayatinin taaa icine. Gogsunde uyurken ogrendim ben kolunun ic kisminda opmeyi. Ben de bilirdim her turlu zorlukta seni terkedip gitmeyi. Bunlari sana anlatiyorum cunku, sana seni nasil tanidigimi anlatmaya ihtiyacim var. Umutsuzca ictigim her kahve falinda adinin bas harfine varmak, gorme yetimi kaybetmem icin Tanri'ya yalvarmama sebep oluyor.  Terorumsun sen benim, diktatorumsun. Bu savasin sonunda, ya seni kendi ellerimle oldururum. Ya da anne olup her gun yeniden dogururum."

Kadinin gozunde Istanbul'un martilari ucusuyor. Martilar, Ankara'ya varana kadar, birer birer boguluyor.



jjskiss

anne

(Candan Ercetin-Annem parcasi esliginde okunabilir.)


Bizim birbirimizi ozellikle sevdigimiz zamanlar vardir. 


Mesela, babam -kuvvetle muhtemel- sehir disindayken, cocuklar uyumusken, senin bana "Hadi bi kahve yap da icelim" dedigin, ama kahveyi hep senin yaptigin aksamlar.


Alkolu fazla kacirip midemi mahvetmem uzerine, sirf sabahki ehliyet sinavina rahatca gidebileyim diye, sabahin dordunde benimle beraber tip merkezi aradigin zaman.


Amerika ile Adana arasindaki mesafeyi sifira indirdigimiz anlar.


Ve biliyorum, hicbir zaman gozlerine bakip soylemedim ama, sen gozlerimden anladin hep, "Seni seviyorum." dedigim zamanlar.


"Senin kizin derde dustu mu ilk sana sarilir, ama inan, oyle bir yukselecek ki, sen 'Bu dertleri iyi ki cekmisim' diyeceksin" diyen falcilara inandigin zamanlar.


Bazen hayal ediyorum. Yaninda uzanmisim, basin omzumda. Orda uyuyakalmissin sanki, konusurken, film izlerken, herhangi bir sekilde iste! Gozlerin kapali. Elimi alnina suruyorum, Akdeniz'in ruzgarlari firtinalar kopariyor. Yanaklarinda yine Akdeniz'in sicakligi. Elimi yakiyor, elim usuyor. Ve o gozler en cok ben uzuldugumde agladi, biliyorum.


Sonra sahne degisiyor. Bu sefer, basim kollarinda. Sabaha kadar boyle yatabilirsin sen, kolun uyussa da aldirmazsin. Farkediyorsun sadece, buyuyorum. Kolunun uyusmasi da ondan. Sacimi oksuyorsun, kokluyorsun. O pahali parfumlere hic gerek yok sana gore, cunku benim kokum cennetin en guzel kokusu, hic degismiyor, 20 senedir ayni! Sen, ben kollarindayken cenneti yasiyorsun.


Seviniyorsun. Her basarimda, her mutlulugumda, hatta sacimi fonleyip "Ne guzel oldum ben yaa" dedigimde, birileri beni ovdugunde, hep seviniyorsun. Kendi ayaklarimin ustunde duruyor olmam sana yetiyor. 


Sonra korkuyorsun.


Bir anlik sinirle cekip gitmemden, her seyi geride birakabilecek kadar gozu kara olmamdan, yanlis bir karar verme olasiligimdan, birinin beni uzme ihtimalinden, babamin bana kizma ihtimalinden... Benim uzulmemden korkuyorsun. 


Bu aralar ne kadar uzuldugumun, yoruldugumun, yiprandigimin en cok sen farkindasin. Evet, belki gunlerdir rahatca konusamadik bile telefonda ama, sen yine de hissediyorsun iste, biliyorum. Biliyorum, cunku, 2 sene once kaza yaptigimda, ruyasinda iyi olmadigimi gorup sabahin korunde ilk arayan sendin. Biliyorum, ilk erkek arkadasimdan kiskandigimda seni, digerlerine hep mesafeli davrandin sen; hep savundugun gibi "Anne oldugun icin" degil, ben uzulmeyeyim diye. Biliyorum, senin icin sesimin titremesi bile yeter, aglarsam yatamazsin geceleri. 


Ben severim, ama soyleyemem, realist durusum buna engel olur biliyorsun. O yuzden, uzulsen de soylemiyorsun ben seni ne kadar sevdigimi soylemiyorum diye. 


Bugun benim icin yaptigin o kadar cok kanima dokundu ki... O hicbir annenin, 20 yasindaki kizi icin yapmayacagi bir sey benim gozumde, benim cevremde kimsenin annesi yapmazdi onu. Bunu yaptigin icin mi annesin, yoksa anne oldugun icin mi yaptin ikilemine dusmedim bile. 


Beni aradigin an gozlerimin dolmasi seni cok sevdigimdendi. Sesimin titremesi, bu kez utancimdandi. Ve, bunu ciddi ciddi soyluyorum, ben hayatimda ilk kez bu kadar cok utandim senden!


Aslinda, hayatta her seyden cok, seni hayal kirikligina ugratmaktan korkuyorum ben. Senin destegini kaybetmek olmekten beter benim icin. Ve herkesin onunde seni ne kadar sevdigimi soylemek icin yaziyorum aslinda bu yaziyi, gorme ihtimalinin olmadigini bile bile. Destegini cekme uzerimden, ben sensiz yalniz kalirim! Sen benim tek yara bandimsin!


Gecenin 3u. Gozlerimden akan yaslar hic durmuyor, sevgimizin buyuklugunu dusundukce daha da cok aglayasim geliyor!


Ben seni cok seviyorum! Yanimdayken, uzagimdayken, kahveni icerken, sana kizginken, ozluyorken, kar yagarken, yemek yaparken, sinemadayken, gulerken, intihar ederken, yalan soylerken, su icerken hep seviyorum!


Bir kac ay sonra bir yas daha buyuyorum, biliyorsun. Elimden gelse, inan buyumem, hep kucuk kizin kalirim..


Ama hayat izin vermiyor "annem"...


Biliyorsun ki, ben cakirkeyf oldugumda -aglarsam- babam yuzundendir.


Ama bilmedigin bir sey var.


Dinledigimde raki icme istegimi kabartan tek sarki var aslinda:


"Eller kadir kiymet, bilmiyor annem...
Senin kadar kimse sevmiyor annem..."


jjskiss