Eylül 05, 2011

ŞEY


“Şey”lerin tutsaklığıyla yaşıyoruz hep. “Şey”ler ve biz. Midemizi bulandırıyorlar, kusuyoruz olanca gücümüzle, ihtiyaç duyuyoruz…  Zıtlık geliyor, bir çelmeyle yerle bir oluyoruz. Bütün varoluşumuzla “şey”leri düşünüyoruz bu defa.

Acı çekiyoruz, “şey”ler diyoruz, ah o “şey”ler yok mu… Dünyamızı, çevremizi, zihnimizi, bünyemizi felakete sürükleyen o şeyler… Bir günahımız varsa boynumuzun borcu diyor “şey”ler, ve devam “şey”leşmeye… Ne yaman çelişki!
Her nesil kendi “şey”ini oluşturuyor. O aslında boyun eğmeyi reddeden asil ruhun bir efsanesi oluyor da kendi varoluş sebebine durmadan umutsuzluk aşılamaktan da geri durmuyor. Bayrak elden ele geçiyor, efsane “şey” bugün de hala yaşıyor.
Kıskanıyor, acıtıyor, bastırıyor, yaralıyor öldürüyor “şey”. Ahlak, kural, yasa, düzen, aşk, yer, zaman belirleniyor, saldırıyor “şey”. İnsan insana yapmaz bunu… Aslına bakarsak müthiş hâkimiyet gücüyle elde edememenin verdiği acınası hikâyeyle bağdaşıyor, kopuyor, tanrılaşıyor “şey”. Tapının “şey”e!
Düşünüyor, resimler çiziyor, kitaplar yazıyor, fikirler aşılıyor, üretiyor. Ağlıyor… Hâlbuki “şey”ler ağlamaz mantalitesini de yerleştiren, karşımızda parçalanmaz bir kaya kütlesi gibi duran da o “şey”ler değil mi? “Şey”lerin gözyaşlarına daha çok ağlıyoruz biz, şaşkınlıktan olsa gerek! Bu hayatta dibe batışlarını kabullenmeyen tek şey, “şey”dir. O güçlüdür, yıkılmaz kolay kolay. Yeri gelir acıyla beslenir de asla “şey”liğinden ödün vermez, adamın midesine oturur, manasızdır, “şey”dir çünkü. Tanımlanamaz ama cümle içinde bol keseden kullanılır “şey”.  Bahseder, anlatır ve konu “şey”e gelince hafifçe yutkunuruz biz. Biz? Bizi tanımlamak da “şey”e düşer ancak, uzuvlarımızdan tutun da iklimlerimize alışkanlıklarımıza kadar tanımlanırız “şey”ler tarafından. Yadırgamayız biz de… Alışmışızdır. Üç beş biz çıkar da karşı koymaya çalışırsa tez kellesi kesile…
“Şey”ler bize, nefret etmemiz için koca bir ırk, yüzüne tüküreceğimiz bir ulus, lanetleyeceğimiz bir din verir. Kısaca istediğimiz her şey (!) Haklı olmaya ihtiyaçları vardır. Savaş başlatırlar, bu savaşlar sözde şeref için başlar, yüksek egoist yanlısı bir tatminle son bulur. Artık hepimiz güvendeyiz (!) “Şey”, Amerika’ya benzer biraz da… İyinin ve kötünün ne olduğunu öğretir,  ehlileştirir bizi… Vermesi beklenen kötürüm edilmiş bir bağımsızlık ve etimize kıymık kıymık girmiş bir özgürlük değildir aslında ama yine de tek gördüğümüz tecavüze uğramış bedenler…
Yazmaya olası hallerde kötülere ve ucubelere yazacağız dendi bana.  Bir kadın için yazmak kolay belki artık. Keşke Ortaçağ’da yaşasaydım da inadına bir “kadın” imzası atsaydım şuraya diyorum şimdi. “Şey”leşmeseydim, “şey”leştiremeselerdi beni ta o zamanlarda… Kimliksizliğe mecbur bırakılmaktansa bir orta parmak kâfi olurdu belki de “şey”lere kafa tutmaya (!) Ama yine de aklıselim bizlerden bir kaçı “şey”lerin asilikten hoşlanmadığını da unutmuyor hala, kim bilir belki de “şey”siz kalmayı jelibonsuz kalmakla eşdeğer tutuyorlardır da çok da önemli değil aslında. Jelibon un nasıl yapıldığını anlatmaya mecalim yok şimdi. Kötü desem de yenmeye devam etmeyecek mi zaten?
“Şey”siz bir dünya istemem, aksine oldukça sıkıcı olurdu kendini bilmez birkaç “şey”in kafasını yaşayamamak. Her “şey”, kötü “şey” de değildir haşa, ama belki burunları biraz kısaltılabilir, maksat her işe bir uzuv sokmaksa, benim de burnum var nasılsa…
“Hiç birinizle dövüşemem, siz ne derseniz deyiniz.”

wiep

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder