Eylül 06, 2011

Colcage Misvak Özlü

Her zamanki gibi bir gündü. Akşam uyandım, bir şeyler atıştırdım ve daldım gitarıma saatlerce. Ara ara nete yazıp sigara molası verdiğim zamanları saymazsak, aslında başka bir şey yaptığım da söylenemezdi. Köye gideceğimizi söylemişlerdi. Bilmiyorum dedim. Abime gidecek misin dediğimde:

-Sen gidiyor musun ?- Peki sen gidiyor musun ?- Bilmiyorum- Açık söylüyorum, sen gidiyorsan ben kalıyorum, sen kalıyorsan ben gidiyorum.- Aynısı geçerli, önce sen karar ver.

Şeklinde bir konuşma geçti. Gideyim lan dedim, bir hafta netten ve gitarımdan uzaklaşayım, nerden geldiğimi bir de bu gözlerle göreyim dedim. Yıllardır gitmiyordum çünkü. Neyyse, vardık köye. Şöyle çevreyi bir dolandım. Eskiden hatırladığım ağaçların bayağı bir kısmı yoktu. Su kenarında oynadığımız yer düzeltilmişti, kimse oynayamazdı artık orada. Oturup kayısı çekirdeği kırıp yediğimiz merdiven kapatılmıştı. Ve en önemlisi, güleryüzle karşılayan bir anneannem yoktu. Sırf ben pestil seviyorum diye, yaparken elini kesmişti kaç kere. Oraya kadar gitmişken mezarına bile gitmediğimi şu an bunu yazarken farkettim. Tiksindim kendimden... Neyse....


İlk günler her zaman yaptığım gibi ustaca bir şekilde 2 oda bir salon evde bile tek kalmanın yolunu buluyor, kenara çekilip müzik dinliyordum. O günlerden birinde uyumadan önce dişimi fırçalarken farkettim "colcate misvak özlü" Acaba kaç yıldır duruyordu ki orada ? gözlemlediğim üzere bir çok şey değişmişti. Güneş enerjisi yokken sobayla su ısıtılıp banyo yaptığımız o yerde(bir keresinde kuzenim 2-3 yaşlarındayken dötünü yakmıştı o sobada. Sinirlenip şampuanı fırlatmıştı bir de sobaya :D) resmen demirbaş gibi duruyordu o diş macunu. Demek ki ulan o değişmiş bu değişmiş diyordum ama, bazı şeyler de değişmemişmiş meğerse. Dedim ki, madem bir şeyler değişmemiş. E bir de farklı gözle bakalım buraya. Sanki bir şeyler değişmemiş gibi. Sanki o elinde sapan alıp bağ bahçe kuş arayan çocuk gibi. Kuzene dedim ki gel bir dolanalım bağ bahçeleri. Gezerken eski şeylerden bahsettik hep, eskiden önümüzdeki dereden çok su akardı, karşıya geçmem mümkün değildi. Şu an sahip olduğum leylek bacaklarla bile. Şimdi ise su akıyor demek için şahit gerekirdi. Neyse, bir şahsı gördük. Tanımıyorum ben, kuzenim tanıyordu. Selamlaştık: ben seni gız sandım ehi ehi ehi diye güldü. Baktım suratına şöyle bir, gülümseyerek "e saç uzun olunca" şeklinde cevapladım. Bu adam çevresinde olgun bir birey olarak tanınıyor. Ama ehi ehi ehi diye cümle kuruyordu bana, çok ilginç(1)

Neyyse, kuzen dedi ki bizim köye gidelim. Mangal yaparız içeriz falan. Düşündüm bayağı. Uyuşuk bir haldeydim. Kalk lan dedikten sonra çare kalmamıştı ama. Gittik, babannesini görmeyeli nerdeyse 6-7 yıl oluyordu. Beni ablam sanacak dedim saçtan dolayı, Hoşgeldin ereen dediğinde şaşırdım. Bu yaşlı insan beni tek bakışta tanımıştı bu kadar yıla rağmen. Yaptığı içli köfteler de çok güzeldi. Kuzenimin kuzenleriyle kaynaştık sonra. Onlar da tanımıştı beni. Hepsi candan sıcak insanlardı, sanki hiç zaman geçmemişti görüşmeyeli. Zaten yılın bir tek o zamanı herkesi orada bulmak mümkündü. Köyler eski köyler değildi artık, herkes bir yerde bir şeyler okuyordu. Mühendisinden sanat tarihine kadar. Herkes bir şeyler anlatıyordu. Ama farkettim ki bazıları aynı şeyleri anlatıp duruyordu. Ne kadar çok konuşuyordu lan bazıları. Vır vır vır, içi boş şeylerdi hep. Dolu gibi gösteriyordu ama(2). Bir şey de demedim. Ama kimsenin bunda bir sorun bulmaması daha ilginçti(3).

Dağa falan çıktık elde tüfekle. 1 tavşan 1 kara tavuk 1 de sincap gördük. Ama hepsi menzilin bir hayli dışındaydı, sincabı saymıyorum. Vurmak istemeyiz onu. Dağ dediğim de bildiğiniz dağ bu arada. Çıkarken 3 kere mola verdik götümüzden nefes alıyorduk yani. Vuramadık sonuçta. İnerken ibibik mi deniyor, ağaç kakan gibi ama daha şeker bir kuş var. Bahsettiğim çok konuşan şahıs vurmaya yeltendi. Dur dedim, yiyebileceğin bir kuş değil, niye vuruyorsun ? Cevap veremedi. E vurma dedim. İndirdi tüfeği. Yürürken yolumuzun üstünde durdu kuş. Biz 2 metre yaklaşana kadar bekliyor, yaklaşınca da 20 metre ileri konuyordu. Bu kadar uysal bir canlıyı vuracaktı yani... Şunu farkettim bu esnada, anadolu çocuğuyum lan ben. Entellektüel ayağına yatıp eleştiri bombardımanı yapıp, gözde bir üniversite içinde aldığı alkolün etkisine tepki olarak oluşan durumu ağaç dibini ıslatarak geçiştiren adam değil. Dağın tepesinde bile ağaç dibini ıslatmayan, benliğini kabul eden adam. Üzülüyorum bu konuda bazen, ben buralardan uzaklaştıkça yarın öbürgün olursa ki çocuğumun da görme ihtimalini azaltıyorum. Ama hayır arkadaş, kulağından tutup getirme pahasına da olsa görecek o velet buraları. Bizim gerçek özümüzü kültürümüzü görecek. 

Fazla konuşmayı sevmem, o yüzden konu atlıyorum tekrar.

1-2-3ü dikkat çeksin diye değil, işaretlemek için yazdım. Ne kadar garip değil mi ? Aslında gayet mal şahıslar çok yakın çevremizde bulunabiliyor, ama biz subjektif çerçeveden baktığımız için bunun farkında olamıyoruz. Sürekli duyarsınız şunu " vay şerefsiz, vay adi, vay ipne " peki sen nesin arkadaş ? diyebiliyor muyuz ? ya da "peki ben neyim arkadaş" diyebiliyor muyuz ? Ben diyebiliyorum ve vicdanım oldukça rahat bu konuda. Hiçbir zaman kendi kendime kasıntı triplere girmedim, girmem de. Ben ne malsam oyum. Herkesin kendinin ne mal olduğunu bilmesi temennisiyle noktayı koyuyorum, ahan da  koydum.

Spiritualerening

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder