Eylül 03, 2011

Dolmuşum Ben

Tıklım tıklım bir dolmuştayım. Aylardan ağustos, şehrin en sıcak olduğu dönemler. Tüm pencerelerin açık olması fayda etmiyor, hava basık. Şükür ki arka taraflardaki ter kokusu buralara ulaşmıyor. Paydos saati yola çıkmamalıyım diye kendime kaçıncı kez hatırlattım ve bunu kaçıncı kez unuttum bilmiyorum. Ama sonuçta aylardan ağustos ve ben paydos saati dolmuştayım.
Hayatımızda hiç yaşamak istemeyeceğimiz anlar vardır. Eğer bu anlardan birindeysek, karnımızda kelebekler uçuşur, avuç içlerimiz terler, kan basıncımız yükselir ve kalp atışlarımız hızlanır; tansiyon değişiklikleri yaşadığımız da görülebilir hatta. “yer yarılsa da içine girsem”, “ensemde boza pişti”, “dünyanın kaç bucak olduğunu anladım”, “ oha falan oldum”, “kal geldi” gibi deyimlerle bu ruh halimizi ifade ediyoruz yüzyıllardır. Bilimsel açıklamalara göre; bu anlarda sempatik sinir sistemimiz devreye girer ve metabolizmamızda çeşitli değişimler görülür. Psikolojik açıklamaya göreyse, bu ruh haline anksiyete denir. Kurbanlık koyun gibi oturmuş, eve gitmeyi beklerken birazdan böyle bir ruh haline bürüneceğimi bilmiyordum tabi.
Toplu taşıma araçlarında gözlem yapmak enteresan sonuçlara ulaştırabilir sizi. Kendi kendine şarkı söyleyen gençler, birbiriyle bakışan çapkınlar, “şu kalksa da ben otursam” diye birilerinin gözünün içine bakan teyzeler. Umutsuzca 2 dakika önce aşık olduğu kıza bakıp evlilik planları yapan delikanlılar, bağırarak konuşan ve türlü hareketlerle birey olduğunu bizlere kanıtlamaya çalışan ergenler, herkesin parasını verip vermediğini kontrol ederken akrobatik hareketlerle araba süren şoför amcalar, akşam ne yemek yapacağını düşünen çilekeş kadınlar, sevgilileriyle mesajlaşırken inceden telefona doğru gülümseyen genç kızlar, iş adamı edasıyla çok yoğun ve önemli bir insanmış izlenimi verebilmek için gereksiz de olsa birilerini arayıp arka arkaya telefon görüşmeleri yapıp saatlerine bakıp duran adamlar ve bir de ben. Ah zavallı ben.
Alnımda biriken ter damlacıklarını elimle silmeye çalıştıkça daha da çok terliyor olmamın beni ele verip vermediğini anlamak için tedirgin gözlerle çaktırmadan sağa sola bakıyorken, acaba bu bakış beni ele verir mi diye düşünüyor olmam kaygılanmama yol açıyor. Gittikçe paranoyak olmaya başladığımı düşünürken yaşlı teyze bana doğru bakınca, “ acaba anladı mı ki?” diye düşünüp daha çok terlemeye başlıyorum. Gözbebeklerim büyüdükçe büyüyor. Eve varmama daha 15 dakika var. 15 dakika yani, 900 saniye. Çok uzun bir süre değil aslında, bekleyebilirim gibi geliyor bana. Sonuçta daha çocukken ailemiz tarafından eğitimini alıyoruz bazı şeylerin, o kadar da zor olmamalı, diyerek cesaretlendirmeye çalışıyorum kendimi. 300 spartalıyı düşünüyorum zor zamanlarda hep yaptığım gibi. “ i can do this” diyorum kendime, “this is spartaaa” diyorum. Ama metabolizma söz dinlemez ve sizi rezil de edebilir, vezir de. Rezil olmak üzereyim, saati tekrar kontrol ediyorum, 8-9 dakika sonra ineceğim dolmuştan. Sindirim sistemime lanet ediyorum ve Murphye elbette. Çünkü kimseler inmedi henüz dolmuştan. Hala aynı kalabalık mevcut. Sanki herkes benim rezil oluşumu görmek için bekliyorlar, her göz beni izliyor sanki, neredeyse benim inmeme de izin vermeyecekler gibi geliyor bana. Karnımda uçuşan kelebekler tedirginlikten mi yoksa karnımda kelebekler uçuştuğu için mi tedirginim bilemiyorum. Bu paradoks bir girdap gibi içine çekiyor. Ve kendi kendime bir daha adana kebap yemeyeceğim diye hatırlatıyorum. Karnımdaki kelebeklerin, midemdeki yanmanın, osurmak üzere oluşumun ve kokusunun hissedilip hissedilmeyeceğini düşünmekten ağarttığım saçlarımın tüm sorumlusu o adana!
Neyse ki çok az kaldı inmeme. Buraya kadar kazasız belasız gelmiş olmaktan dolayı kendimle gurur duyuyorum ve “ müsait bi yerde bırakır mısın kaptan?” diyorum şoför amcaya. İşte ne oluyorsa o an oluyor. Ayağa kalkıyorum, yanımdaki teyze yana doğru çekiliyor fakat kalkmıyor tam. Ben ona arkamı dönerek kapıya doğru yönelmek üzereyken akrobat şoför amca bir tümseğe girince işte o an 45 dakikadır verdiğim çaba boşa gidiyor. Tam teyzenin burnuna doğru salıyorum kendimi. Tam o sırada dolmuş duruyor ve kendimi dışarı atıyorum fakat dolmuş geçerken teyzenin bana bakışlarını unutabilmem mümkün değil. Öyle kırgın, öyle yitik ve öyle bayılmak üzere! Sırf şu tedirginliği yaşamamak için varımı yoğumu biriktirip kendime bir araba almaya karar veriyorum. Hakkını helal et teyzem, sayende büyük adam olurum belki…


quaviel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder