Ağustos 28, 2011

Siklenmek Güzeldir

Biz küçükken papatyalar hala şehirlerde kendilerine sığınacak toprak parçaları bulabiliyorlardı ama krizantem o kadar şanslı değildi galiba.


Narindir, dokunsanız kırılacak sanırsınız.Siz onu ne kadar severseniz o da o kadar sever sizi.Sevmeye bile kıyamazsınız onu.Birazcık boynunu bükse gözleriniz yaşarır.Onunla gülmek, onunla ağlamak istersiniz.Hep yanımda olsun, kokusu tenime sinsin istersiniz.


Özlemdir bazen ondan kalan, en azından özlemi terketmez sizi.


Gece yine yalnızları oynayan ben, sıkılıp o bara gittigimde kaderin cilvesinin mitokondrilerime kadar işleyecegini nerden bilebilirdim ki! Bistro da oturuyordu. O an orda ilk defa içenini gördügüm tennesseeyi gırtlagından aşagıya gulk gulk diye midesine vakumlar gibiydi..Beyaz teninden viskinin gırtlagından aşagıya inerken aldığı kızıllık kan olup damarlarıma dolmuştu sanki. Oturdum her zamanki gibi bi tuborg istedim.Şişenin agzı agzımdayken önündeki beyaz gıcır kagıtlara ilişti gözüm.O tuvalete giderken göz ucuyla iyice bi baktım ne yazıyo ne ediyo neyin nesidir; gelmeden hepsini örgenmiş bulundum. Bağlantıyı kurmustum bi kere ancak sonrası için yaşananlar hiç de kurgusal olmamıştı.Alt yapım tamamlanmıştı zira sıra şebekeye hayat vermekteydi.


Çok sürmedi, atıldım: ‘Pleven’de ne işin var senin senin?’ sihirli cümle bu oldu.Aklım ebemin bilmem neresine kaçmışken nerden bilebilrdim ki beleş sandığımız kelimerin zincirin halkalarını bile birbirine gecirmeye muktedir oldugunu. Öyleymiş; sabahladık.


Her şeyi kazanırken karsılıgında hiçbir şeyinizden feragat etmemeniz kadar güzel bi duygu olamaz.Hiçbir şeyi almıyor mu derseniz, söyliyim elbet alıyor; yalnızlıgınızı alıyor,bakışlarınızı alıyor, soluksuz ne kadar kalabilirsiniz onu deneyimletiyor, sizi sizden alıyor… Hayat her zaman bu kadar cömert ve hürmetkar olmuyor.Kapıdan içeri kendinizi atabilirseniz ne ala. Hoş o atmazsa da tasa etmeyin, o zaten sizi atacak kıytırık mecra bulmakta hiç de sıkıntı görmüyor.Velhasıl-ı kelam aksi durumda yaraklara gelmemeye itina edelim.


Bazen de beynimle pinpon topu gibi oynadı.Ben kendimi o sahada sanarken bu sahaya çaktı, smacı koydu, saha dışına attı ama bunları yaparken bile sikledi. Önemli olan siklemesiydi zaten.Sİklenmek güzeldir.


‘’Bazen her şey göründügü gibi değildir.’’ ışığı gördün mü aban abi abanabildigin kadar.. Teşekkürler krizantem




çekirdekçi musto

Ağustos 27, 2011

“Ben Demet, Seni Mutlu Ederim” ya da Mature Pornoya Nasıl Başladım

Abstract: O ince koridorda, sağımızdan Oğuz Yılmaz, solumuzdan Ümit Besen şarkılarını duyarak, anlamsız tezgahların ve bakkalların arasından ilerliyorduk. Kimse kimseyle göz göze gelmiyordu, herkes kollarını kanat şeklinde açmış, dünyanın en zor işinin üstesinden gelecekmiş gibi yürüyordu. Koridorun başında, mavi levhada, sabah 10’dan akşam 10’a kadar açık olduğu yazıyordu. İçeriye, kameralı cep telefonları ve sigara ve muadili rüşvet vermeyi akıl edemeyen 18 yaşını aşmamış ama libidosu sağlam olan kardeşler alınmıyordu.

Öğrenim kredisi, devletin bana tahsis ettiği kerhane parasıydı ve ben ayın 7’lerini nasıl iple çekiyordum bilemezsiniz.

Buraya gelip, önce turnikeden yukarıya doğru çıkan yol kısmındaki komisyon odalarına, sonra sağ yukarı kısımdakilere, sonra da hemen girişin sağ tarafındaki odalara bakıyordum. İşleyiş bu şekildeydi. İşin güzelliği  bu bakma anlarındaydı, burası kur kısmı, flört kısmıydı. Kerhane ziyaretinin olmazsa olmazıydı.

Tahminim o ki, bu bakınma sürecini işletenlerden, ellerine cebe sokup, sürtünme sureti ile boşalan yetenekli abiler vardı. O abiler, dünyanın en güzel insanlarıydı ve öğrenim kredileri yoktu.

Buradaki kadınların bir kısmıyla yatmıştım halihazırda, gözüme şimdiye kadar ilişmemiş olanlara bakıyordum, yenilik güzeldir arkadaşlar, siz de bakın. Vitrinin karşısında durup, yorum yapan abilere kulak misafiri olmaya çalışıyordum, “geçen sefer buna 20 milyon verdim, boşa gitti” denilenlere ben de girmiyordum, “yahu arkadaş bu kadın gibi yok burada”yı duyunca içeriye dalıyordum, yorum yapan abilere sonsuz güveniyordum, çünkü onlar, buradaki kadınların kalçalarındaki doğum izlerine kadar, her şeyini ama her şeyini biliyordu.

Bir keresinde, kerhane girişinin heme sağında kalan iki katlı olan kısmın, ikinci katından, “parkalı bir bakar mısın?” sözünü işittim, parkalı bendim, gayri ihtiyari döndüm, sarışın, yaşlıca bir kadındı, benden en az 25 yaş büyüktü, “Bir gel, bir şey diyecem sonra devam et” dedi, çağrısına icap ettim. Adının Demet olduğunu az sonra öğreneceğim hayat kadını, iyice dibime girip, “10 milyona seni çok mutlu ederim, sakso da çekerim güzelce” dedi, hem ilginç hem de ucuzdu, fantezi dünyasına hoşgeldindi, kapıdan içeri girdim, oradan da odasına. Sonrası şöyle: arksnı dnp bna srtnrk dns etti, üzrmi çkrtı, altmi ağzn aldı, ilgnç dl hrktleri ypti, böyl bir grpti, prztvi tktı, snr  işt blrsnz arkdşlar, çocuklar okuyor, ulu orta anlattırmayın bana...

Çıktım kapıdan, isminin Demet olduğunu az önce öğrendiğim yaşlıca kadın, kerhanenin mekanik olarak sevişmeyen tek kadını, ben calculus finalinden çıkıp gelen tek öğrencisi, bentderesi’ne lapa lapa yağan kar son zamanların en erotik karıydı. Abiler ve amcalar, beyazlar içinde, vitrinlerden kadınlara bakıyordu.

Sonra kerhaneye çok defa, Demet’e hiç gitmedim.

Aradan çok zaman geçti, Ankara kerhanesi önce yarıya indi, sonra yıkıldı. Vitrinden bakan abiler, şimdi nelerle meşguller, hayat kadınları nereye gitti, Demet ne yapıyor, bilmiyorum. Ve ben o zamandan beri, hala, bilgisayara porno indirmeden  önce, sitelerin mature kısmına mutlaka bakıyorum.

657

otobüs kuramı

  İstanbul'dan Ankara'ya boş ve ucuz bir Kayseri otobüsüyle dönüyorsanız ve üstelik arka taraflardaysanız yalnızsınızdır. Bolu tünelini geçtikten sonra sol tarafınızda gördüğünüz her ağaç size babanızın ölümünü hatırlatır, ebeniz sikilir. mecburen sağ tarafa bakarsınız. hatıralar,hatalar ve  taksimde Burger King'in kapalı olmasından dolayı tuttuğunuz çişiniz sizi burada da yalnız bırakmaz, elinizdeki hayat su şişesine işemek ve geçmiş ile bugün yaptığınız hataları sorgulamak arasında kalırsınız. geçmiş her zaman kazanır çünkü patlak bir mesaneden daha fazla can acıtır.sonra ucuz Kayseri seyehatİn size sunduğu tv-rahat koltuk ikilisİnden 2.sinide devreye sokup, birşeyler izlemek istersiniz.üstelik gündüzdür ve romantik bir yağmur yanağınızı yapıştırdığınız otobüs camına küçük resimler yapar.ev yapar,kadın yapar,araba yapar, sex yapar, gömlek yapar.izlemekte olduğunuz tv ekranında artık yalnız yolcunun hayalleri oynamaktadır. ucuz bilet aldınız diye çay-kahve servisinde sizi pas geçen hostese bile sövmezsiniz. cünkü biz ki 5dk lık 100.yıl kızılay dolmusunda kafayı dayıyacak bir cambulduğumuzda   hayal kuran ınsanlarız. üstelik bu otobusun camlarıda titremıyor.otobus molaya girer ve sizin saçlarınız dökülmeye başlar. işeyecek paranız yoktur." yuh a.q o kadarda mı yok" diyenlerin  ben a.q, yok işte. hayat su şişesi tesislerin arka tarafında farklı amaçlarla kullanılmya hazırken yine saçlarınız dökülür. otobuse binersiniz.artık hayallerınıze kel olarak  devam etmektesınızdır.cunku her hayal kırıklığı yaratıcılığınızı biraz daha öldürür.tıpkı çok porno izleyen ergenlerin üniveristede üç boyutlu düşünememesi gibi. saçlarınızın yerine yenı saçlar koyamazsınız.hostes orta sınıftan gelmiş akademisyenlere özgü sıkıcı ve gereksiz özgüven dolu ses tonuyla ankaraya geldiğinizi söyle.r Ankara sokaklarında uslu kentliyi oynamanıza izin verir..otobusten  inip AŞTİ-100.yıl arasını en kısa zamanda yürümelisinizdir. yoksa hayal kurma tribi devam eder ve her hayal sizi hayata daha çok bağlar. nemden kokan evinize vardığınızda artık hayal edecek birşey kalmamıştır.gerçekler acıdır. bulursanız kuru ekmek arası peynir yersiniz.bulamazsanız facebooktan size yemek ısmarlayabılecek bırını ararsınız.muhtemelen de bulursunuz.hayat o kadarda acımasız değildir a.q.

sabunuyla kadınlara meydan okuyan adam 2

  bir süre geçti. çok merak ettiğim halde arkadasıma "ne oldu, anlat a.q hikayenın devamını" demedım. o anı beklemekten, zamanı uzatmaktan haz duydum. sonraki 2 3 hafta içinde önemsiz bir çarşamba gününde arkadasıma sordum. o sırada kendisi patates kızartıyordu, bende dünden kalan bulaşıkları yıkıyordum.

-senin yakubu anlatıyordun, yarıda kalmıştı devam etsene anlatmaya.

-hıı, şu olay. şu patatesler bi bitsin anlatırım.

 yemeği yedik. arkadasımın odasında oturyorduk. sigarayı yaktı ve anlatmaya başladı.

-annemm rutin olarak yılın 8 ayı altın gününe katılır yıllardır. 7 8 kişilik kilotlu çorap grubu. o gün sıra annemdeymiş. bir altın gününden beklenebilecek herşey varmış.pastalar, börekler, dedikodular...yakup eve gelmiş. hızla içeri girip herkesin ortasında annemden temiz havlu istemiş. annemde misafirlerin olduğunu ve bu hacetini sonra gidermesini soylemiş.bizimki ısrar edınce annem dayanamayıp havluyu vermiş. banyodan çıktıktan sonra kilotlu çorap takımı kardeşim pis pis bakıyormuş. içlerinden şişman ve bilge görünen kadın kardeşime nasıhat veren bir ses tonuyla " olm ayıp sen neden kerkesin ortasında banyoya gırıyosun?" demiş. bizimki kaşlarını çatıp bilge ve şişman kadına bakmış " sana mı soracam yarram" .herkes şok içinde falan."  eve girdim, her taraf adet kokusu pis kan kokusu. kocalarınız nasıl yatıyo  la yanınızda, kim neden sizle pompalaşmak ıstesın ki, bu gerginliğinizin sebebi, hayatınız boyunca hiç orgazm olmamanınz. daha dün okudum freud diyor. şimdi artistlik yapmayın bana. sabunuma dokunanı sikerim. sizin gibi kadınlarla uğraşacağıma sabunumla gulle oynarım".bu ahlaksız tutum karşısında insanlar evden gitmişler. annemde altınlarını alamamış tabi. kardeşimin yaptığı gercekten ahlaksızcaydı. sonra annem olanları babama anlatmış babam cok sınırlenmış.eline kemeri alıp yakubun odasına girmiş. dakıkalar geçmiş ses seda yok. ne bir bağırma sesi ne bir vurma sesi. neyse babam yarım saat sonra falan odadan cıkmış ve banyoya gırmış sonra kardeşimle beraber susmaya başlamışlar. o ona sigara uzatıyomuş, diğeri masaj yapıyormuş. çok ıyı arkadaşlar gibi çok iyi baba oğul olmuşlar. babam o günden beri anneme karşı soğuk davranıyormuş"

-ne olmuş la kardeşinini odasında?

-şimdi ders çalışıyorum, daha sonra anlatırım

 arkadasım benı başka bir heyecana daha sürükleyerek konusmasını bıtırdı. bende keyif sigaramı yakıp mehmetin yani yakubun ne anlattıgını tahmin etmeye çalışıyordum...


miniktosba

Ağustos 26, 2011

Haftalardır beklenen maç: El-sikiko

Bir tarafta prezecinin yazarlar takımı, bir tarafta miniktosbanın yönetmenler takımı. Maçın muhtemel ilkonbirlerini, tüm oyuncuların son durumlarını, maçın öncesi ve sonrası röportajlarını ve maçın perde arkasını "Cillicort takımı" farkıyla takip edeceksiniz. Öncelikle muhtemel onbirler:
                  PREZECİNİN TAKIMI           MİNİKTOSBANIN TAKIMI


2 takımın yedek kulübesi şu şekilde oluştu:

Miniktosbanın takımı:         Prezecinin takımı:
12.Micos Jansco                     12.Salman Rushdie
13.Sergey Eisenstain               13.Italo Svevo
14.Hector Babanco                 14.Oğuz Atay
15.Ethan Coen                        15. Arthur Miller
16.Joel Coen                           16. Marcel Proust
17.Federico Fellini                   17.Gabriel Garcia Marquez
18.Dugar Kari                         18. Jean Genet

Öncelikle miniktosbanın ekibindeki oyuncuları mevkileri ve özellikleri itibariyle tanıyalım:

Bergman:tecrübesi ve soğukkanlılığıyla takıma ağabeylik yapıyor.2. kaptan. yan toplarda zafiyeti olmasına rağmen, cepheden gelen şutlarda çok etkili
Manoel de oliveira: 101 yaşına gelen oyuncu, yasının verdiği tecrübeyle  defans hattını toparlıyor.biraz ağır kalmasına rağmen topu oyuna sokuşu oyuncuya artı kazandırıyor.
lars von trier: takımın en çok kart gören oyuncusu. hırçın ve bir o kadar takım sevgisiyle dolu. tekmeye kafa sokar, yerden iyidir, adam geçer top geçmez. sertlıkle ilgili sorunları var. seneye hollywooda transferi söz konusu.
ghobadi: gobadi, çok ucuza alınıp çok faydalı olan oyunculardan. atağa çok cıkmıyor ve orta yapamıyor ama mücadeleci oyun tarzı en onemli özelliği:
bertolocci: sağ bek olmasa 10 numaralı pozisyonda olabilirdi. takımı atağa çıkaran oyuncu, ters kademesi de cok iyi. eşcinsel olması zaman zaman taciz edilmesine sebep oluyor:
herzog: herzog top tekniği kötü, 2 metre ileriye pas veremeyen bir oyuncu olarak bilinir. mucadeleci tavrı, orta sahada top kapma isteği ve fizik avantajı bu takımda olmasının en buyuk sebebi.
antonioni: takımın beyni. yaratıcı oyun tarzı, uzaktan isbatli şutları, oyuun her iki yanını oynayabılmesı onu takımın yıldızı yapıyor. herzaman istekli ve performansı hiç düşmüyor. 
kairusmaki: basit oyunu seven finlandiyalının ofasnıf oyunu kadar defansıf katkılarıda takım için büyuk avataj. zaman zaman orta sahanın ortasında da gorev alıyor. bu gunun kılıt oyuncularından biri:
kostas gavras: sol çizgide inanılmaz etkılı. çok hızlı ve adam eksiltme yeteneğine sahip. sağ ayanı kullanamamsı ve orta yapmaktaki problemleri olmasa cannes karmasında olabilir.
jean-luc godard: takımın delisi. taraftarın sevgilisi. ne zaman ne yapacağı belli olmayan godard, kuşkusuz bu gün bizi çok eğlendirecek.
tarantino:gol yollarında fazlaca etkılı. yan toplarda mutlaka kafasını uzatıyor,son vuruşları çok keskin. en onemlı sorunu hız. çok sık ofsayta dusuyor.
Yedekler
jansco: yılların tecrubesi. macarıstanın efsa oldugu zamanlardan kalma. forma şansı beklıyor:
eisenstain: kulubeye mahkum olan yaşlı kurt, bırı sakatlansa da oyuna girsem a.q dıyor. yönetımle sorunları var:
babenco: babenco zaten efsane.
j. cohen-e. cohen: ıkısıde aynı ozellıklere sahıler. tek sorun ıkısı aynı anda sahada olmazlarsa oynamak ıstememelri.oyuncu değişikliklerinde sorun cıkarıyor bu durum. cohen kardeşler iyi kardeşler:
fellini: efsane. yaşlanmasının ardında yedek kulubesınde emeklılığıne hazırlanıyor. oyun kıtlediği anda 2 pasla işi bitiriyor. çok sigara içtiği için 10 dk da kesılıyor. ama o 10 dk da sahanın ortasına sirkini kuruyor.
kari: genç yetenek kari, gelecekte bu takımın yıldızı olmaya en buyuk aday. hızlı, son vuruşları ıyı, oyunu okuyabılıyor. mental olarak gelişmesi lazım.

Şimdi de prezecinin takımına bir göz gezdirelim.

Hemingway: Kalecilik hata kabul etmez. Hemingway de hata yapmayan risksiz oyunu ve düzenli özel yaşamıyla, kulüp tarafından bukowski, palahniuk ve genet'e örnek gösteriliyor. Yılların eldiveni.
Bukowski: Futbol tarihinin en çok ceza alan oyuncusu. Son maçta rakip forvetin taşaklarını patlattı. Geçen sene maçın uzatma anlarında kavga ettiği rakip oyuncuya sikini gösterip sallayınca 12 maç ceza aldı.
Palahniuk: O da Bukowski gibi aynı yolun yolcusu. Prezecinin takımı tek kale oynayınca Bukowskiye sigara sarıyorlar. Güçlü ve yılmaz fizik yapısı rakiplerin başına bela. Gerektiğinde Fight Club figürlerini sunmaktan çekinmiyor.
Pavese: Asıl mevkisi sağ açık olmasına rağmen hücum sırasında pas atılmadığı zaman melankolik tavırlara büründüğü için hocası onu sağ beke çekti. Her şeye rağmen ilk on birin gediklisi ancak hücuma çıkması yasak. Geçen sene Pavese'nin tüm ısrarlarına rağmen kulübü onu köyünün takımı olan Sicilianazionaleye göndermedi.
Saramago:Defansı zaman zaman aksatsa da bir sol beke marjinal hatta ütopik oyun tarzı onu uzun yıllar daha takımda tutacak.
Gorki: Taraftarla yıldızı bir türlü barışmadı. 21 yıllık futbol hayatında solcu olduğu içi topa hiç sağ ayağıyla vurmadı. Kaba oyun tarzı, yaratacılığının düşüklüğü yüzünden ona çapa olarak ön liberoda görev veriliyor.
Dostoyevski: takımın belkemiği. Herşey onun üzerinden yürüyor. Müthiş bir tekniğe, yaratıcılığa ve asist yeteneğine sahip. Takımın duran topları da ona emanet. Takımın 10 numarası Kundera, " futbol hakkında ne öğrendiysem ondan öğrendim" diyor.
Kafka: Çok yetenekli olsa da dalgınlığı göze çarpıyor, varoluşsal problemleri yüzünden zaman zaman maç içerisinde dalıp gidebiliyor.
Camus: Sarı fırtına. Diyecek hiçbir şey yok çok yetenekli, takıma Sartre ile beraber katılmıştı.İkisi çok iyi anlaşıyorlar. Solun vazgeçilmez favorisi.
Kundera: Tam bir süperstar. Çok genç, çok yetenekli, son vuruşlarda etkili. ayrıca yakışıklı da, memlekette sikmediği karı bırakmadı. Geçen sene Rusyadan gelen astronomik teklifi elinin tersiyle itti.
Sartre: Dünya tarihinin en büyük golcülerinden. Kısa boyuna rağmen hava toplarında etkili, keskin bir son vuruşu var. Tek problemi hakemlerle atışması. O tartışıyor sarı kart görüyor, sonra Bukowski olayı abartıp hakemin şortunu indiriyor.
Yedekler
Rushdie: Tecrübeli bir file bekçisi. Hemingway'in Bukowski'yle ettiği kavgalara dayanamayıp ayrılacağı söyleniyor. O zaman kale ona emanet olacak.
Svevo: Gelecek vaat eden İtalyan stoper, ama Palahniuk'un tehditleri yüzünden takımdan ayrılmak istiyor.
Oğuz Atay: Müthiş bir oyun zekası var, çok yetenekli ama kafası bulanık, alkol problemleri var.
Arthur Miller: Yengeçspordaki başarılı performansı üzerine takıma katıldı, ama Dostoyevskiyi kesmesi neredeyse imkansız.
Proust: Rüzgar gibi bir hızı var, çok yetenekli, sağ ayağını raket gibi kullanıyor. Ama o da takım üzerindeki bohem havadan etkilenmiş gibi. Antremanlara, kamplara hatta zaman zaman maçlara gelmek yerine evde oturuyor.
Marquez: Takımın uçuk latin amerikalısı. Bir zamanların brezilyalı denilsonunu hatırlatıyor. Yaptığı artistik hareketlerle taraftarın sevgilisi ancak forvet ve forvet arkası oynamasına rağmen futbol hayatında hiç gol atmadı.
Genet: Sartre'ın ısrarları doğrultusunda takıma kazandırıldı. Bukowski ve Palahniukla okadar yakın ki 2 kişilik odada 3 kişi kalıyorlar. birisi yer yatağı atıyormuş. Yetenekli ama bir o kadar da hırçın bir forvet. 


Maç öncesi bildireceklerimiz şimdilik bu kadar, yarın maçın öncesi sonrası ve perde arkasıyla karşınızda olacağız.

Yazarlar: prezeci, miniktosba

seattle'da bir kurt



Nirvana senee, kaçtı lan. İşte o yılda Kurt Cobain tarafından kurulmuş bir grup. Kurt ağır olaraktan The Beatles ve Black Sabbath hayranı bir genç. Diyor ki: lan biz bunları bir harmanlasak, nolur ki ? Bir Black Sabbath gibi coştursun, bir The Beatles gibi dindirsin. Ve bu düsturla dalıyor piyasaya, şarkılarında da farkedersiniz bu olayı eğer sıkı dinleyiciyseniz. Neyyse, bayağı bir kilometre taşı da oluyor. Kendisi tek kat vokal kullanmayı (yani vokali tek sefer kaydetmeyi) düstur edinse de, hatırlamadığım bir prodüktör diyor ki: La Beatles da çift kat vokal kullanıyordu. Hadi koçum hadi yiğidim, kabul ediyor bizim delikanlı da. Sonra turneler şan şöhret para para paraa. İyi para kırıyorlar açıkçası. Dönemin Punk ve Grunge dönemi olduğunu göz önüne alırsak tam zamanında patlıyorlar. Piyasa neyi istiyorsa onu verirsen paranın amına korsun. Bu işler böyle. Bu kadar üne sahip olmasının nedeni de bu, zamanlama. Misalan günümüzde bir çok grup yerlerde sürünüyor, niye biliyor musunuz ? Geçmiş yıllardaki nu-metal patlamasından. Kimse dönüp bakmadı bile çoğuna, nu-metal hell yeahti çünkü.


Neyyse, Kurtün intiharı da grubu efsane yapmaya yetti de arttı. Genç, başarılı, ünün amına koymuş adam intihar ediyor. Piyasa durur mu ? Gençlerin idolü artık o. İntiharı üstüne de bir sürü spekülasyon mevcut. Karısının öldürtüğü felan söyleniyor. Benim şahsi görüşüm ise bunun hurafe olduğu. Genç, yakışıklı, ünlü bir müzisyenle evli olacaksın, ve onu öldürteceksin :D yok artık. Kadınlar kendi bindiği dalı kesmez gençler. Biz erkekler gibi mal değil onlar.


Günümüzde ise 14-18 arası gençlerin favorisidir kendisi. Oradan bana ergen mi diyorsun ? diyenler çıkacaktır. Genç onlar abicim, adam intihar etmiş. Cool düşünceler bunlar onlara göre. Müziğe hayran kalıyorsan sana lafım yok, üzülme. Müzikten laf açılmışken:


Müzikal açıdan ele alırsak da pek bir sik yok açıkçası. Sanatı düstur edinmiş bir tarz değil çünkü. Ben bunu anlamıyorum açıkçası. Bir müzisyen istediğini yapsın tamam, lafım yok. Herkesin kendi zevki var, ama sanat önemlidir be abicim. Sanat icra ediyorum ibaresi ortadan kalkıyor bu tarz müziklerde. Sonuç olarak nirvana, müziğiyle değil zamanlaması ve spekülasyonlarıyla efsane olmuş bir grup. Kimse müzikle ünlü olamaz zaten onu bir kenara yazalım. Dinleyiciye istediğini veriyor musun ? Tek soru bu.




Spiritualerening

amı götü dağıttı.

Bazılarımız vardır hayatın karmaşıklığı içinde sağa sola dağılmak istemeyiz. Kurulmuş düzenlerden, kemikleşmiş karakterlerden hoşlanırız. Farklı farklı rollere gireriz gençlik yıllarımızda. İmajlardan imaj beğenmeye çalışırız. Belki bu, arabeski toprakların acılarından kaçmak için tutunduğumuz akıllı bir yoldur. Zamanla bedenimizde yarattığımız imajlara öyle bir inanır hale geliriz ki, sokakta yürürken kendimizi Jim Morrison, dans ederken bir Kızılderili veya kırmızı çoraplarımızla tavladığımız bilmem kime benzettiğimiz bir adam boynumuzun altını dişleyip kalçamızı avuçlarken bilinçaltımızın derinliklerindeki başarı çığlıklarıyla bir romanda geçen şuh kadın zannederiz kendimizi ya da çoktan o karakterler cisimleşmiştir bizde. Bazılarımız bu yola ergenlik hüsranlarıyla bazıları da yaşamsal travmalarla girmiştir. -Ama bazı batılı filozofların (örneğin Lacan, Zizek) hatırlattığı üzere çocukluğumuzdan itibaren her zaman bir imaj yaratırız ve bu toplumsallaşmanın vazgeçilmez koşuludur. Kim bilir kimimizin kalçasını kıvırtması Hülya Avşar’a, kimimizin sevgilisine erkeklik timsali köpürmesi Kadir İnanır’a, kimimizin nazik kadın tavlama halleri bilmem hangi Fransız filmindeki çapkına veya kimimizin taşın üstünden atlaması Pokemon’a benzer. Anneciğim ince tılsımları isteklerinizin kabul ettirilmesinde bir taktiktirdir ve öğrenilmiştir. Her birimiz birer hiçiz ve karizmaya gerek yok…-
Ergenlik krizlerinin yarattığı imaj oluşturma süreçlerinde kalmıştık. Seksin sadece cennette ve bu dünyanın dokunulamayan cenneti görüntüler dünyası televizyonlarda olduğu bu toprakların abaza kalmış bazı gençleri bir am için Mecnun gibi çöllere düşmüştür ve arabesk filmlerdeki gibi acıyı dibine kadar yaşamıştır. Yanlış karakterle üzerine kurulu bir taktiğin yerine artık daha farklı imajlar yaratmanın zamanı gelmiştir. Eğer üniversiteye geldiyseniz artık kendinize karizma yaratmak zorundasınız artık çöllere düşmek istemiyorsanız. Kulaklarınızda artık yeni bir öğreti Neyzen Tevfik’ten:

“Ben bu dünyanın devr-i devranının, izzet-i nefsini sikeyim
Yansın bu ibneler su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim
Ben deli miyim mecnun gibi bir am için çöllere düşeyim
Verirse verir, vermezse Leylayı da sikeyim”
Tabi her kahramanın hikayesi böyle gelişmez. (Ama buna benzer bir hikaye kahramanı için Necip Mahfuzun Kahire üçlemesine bakılabilir. Fakat bu dev yapıtın kahramanında imaj yıkım ve yeniden yapım sürecine rastlayamayacaksınız). Konuyu fazla dağıtmadan devam edelim mantıksal bağlarla metnimizi kurmaya. Biraz daha beylik sözlerle devam edelim ve özetleyelim mevzuyu. Toplumda tutunmak ve hayatımızdaki güvenliği kaybetmemek için bireyler oluruz. Bu bireyler bedensel ve ruhsal bütünlükler kurmaya çalışır. Birer imajımız vardır ve hayatımız düzenli bir biçimde gider. İhtimallere ve risklere gerek yoktur, kuraldışı davranışlara asla. Kuraldışı olduğumuz yerde yeniden topluma kazandırılabileceğimiz varoluşlar vardır. Kimi için bu aile terbiyesi, kimisi için hapishane v.b disiplin kurumları. Kimlileri için yeni imajlar kazanabileceğimiz filmler, edebiyat eserleri ve türlü türlü hikayeler. Kimileri için türlü deneyimler yaşayabileceğimiz barlar gibi mekanlardır buraları. Ve bir gün artık bu yaşamadan sıkılmış olarak kendimizi patronların, kadınların, ve erkeklerin kucağında bulabiliriz. Ya da annemizin sıcak öpücüklerinde. Her şey vücut ve ruh bütünlüğü içindir. Ve çok uzaklarda asla ulaşamayacağımız amaçlar ve fantasmalara doğru yol alacağız dosdoğru. Kimileri iyi kimileri kötü, kimileri doğru kimileri yanlış yaşayacak. Kimileri köle kimileri efendi…Amımız ve götümüz sağlam kalacak. Tek bir yolda ilerleyeceğiz. Sağa sola dağılmak yok. Tek bir akış…Ancak bulabilirseniz bir partner, yatakta farklı farklı pozisyonlar olabilir ama hep aynı kafa…Bu amı götü dağıtmak deyimi üzerinden asıl konuya gelerek Deleuze ve Guattari’nin “Le corps-sans-organes” (Body without Organs- Organsız Vücutlar) meselesini açıklayacağım. Ünlü eserlerinde burada uzun uzun alıntı yapmadan (akademik takıntıları olanlar için full alıntılara metni sonradan tekrar bezeyebilirim) yeni peygamberlerimizin fikirlerini kısaca açıklayayım. Kısaca şöyle: Vücut ve ruh dediğimiz şeyler bütünsel değildirler. İnsanın ağzı aynı anda bir karşısında vajinal derinliklerini arzuladığı kadının memelerini ve belki de arkadaşınızdan abi manitayla buluşacağım borç versene deyip geldiğiniz, duvarlarında bir sürü sanatçının, karizmanın, bacağın v.b olduğu kafenin mutfağından gelen yemekleri arzulayabilirsiziniz. Beyninizde belki başka bir şey var – şunu bir yatırıp da çığırtsam gibi- türlü türlü maymunluklarla Cem Yılmaz’dan ya da ortamına göre bir düşünürden (mesela Sartre) alınmış konuşmalarla zaman harcarken. O sırada yoldan araba geçiyordur ve kulağınız oradadır belki de. Bi başka gözünüz eğer belki de kadınsanız LCD ekrandaki güzel kaslarda. A bir de karşıdakinin de kaşı, gözü ve duyguları sonsuz akış ve karmaşa içindedir. Yani bedenin ve hislerin karmaşık süreçleri, etkileşimleri ve sonsuz algılama ve deneyim. Türlü hisler ve her bir parçacığın (mesela kulak, göz, göz bebeği, burun, burun kılı, böldükçe bölelim bedeni ve ruhu da parçalayalım hüzün, sevinç, kırgınlık, umut v.b.) farklı parçacıklarla etkileşimi. Durun burada bütünsel oluna. Beden ve ruh bütün halinde olsun. Ya ruh bedene ya da beden ruha hakim olsun. Bilinç algılara ya da algılar bilince…Ve imajımız. Bizi doğru, düzgün ve bütünlüklü gösteren . Akıllı olalım da amı götü dağıtmayalım. Organsız vücutlar olur mu? Çobansız sürü olur mu? Akıllı olun da Mecnun ile Leyla olmayın…
Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere bizim topraklarda felsefe yapılamıyor. Bir düşünce bu kadar argoyla açıklanabilir mi. Bizde bol bol am, sik ve göt geçer arkadaş muhabbetlerinde. Burdan yola çıkarak porno filmlerin sanatsal formların oldukça gelişmiş olduğu düşünülebilir. Maalesef böylesi bir olgu da söz konusu değil. Bu kadar am, göt ve sik lafı ancak seks deneyimlerinin güdük kaldığı ya da bugünlerde olduğu gibi sıkça yapılmaya başlasa bile hala normal bir iş olarak kabul edilmeyen ülkelerde olur galiba. O yüzden yeni yeni imajlarla beton gibi sarsılmaz kalmaktansa Mecnun gibi acı çekmek için değil de haz almak ve yaratıcı olmak için amı götü dağıtalım.Daha sonra Mecnun gibi güçlenince şehirleri fethetmek ve başkalarına hegemonya kurmak için değil de enerjimizi sonsuz etkileşimlere sokarak başkalarının varlığını da yok etmeyerek. Unutmayalım ki oyun oynamak çok fazla kişiyle daha keyif vericidir. “Nerde çokluk orda bokluk olmaz ya da bokluk kötü bir şey midir” (Başka bir yazıda bu konu ele alınacaktır)



reşo

Ağustos 25, 2011

melankomik

Herkes birbirinin kuyusunu kaziyor ve gozlerinin icine bakarak anlatsan da  bir seyleri kimse sana inanmiyor. Oysa biz beraber oldugumuz gunlerde kazilan kuyularin uzerlerinden atladik defalarca seninle. Sonra bir sey oldu, ve bitti. Bittik. Yapabilecek hicbir sey yoktu artik ve ben bir sabah elimde cam kiriklariyla uyandim. Kirdigim kacinci aynaydi bu, ya da kirilan kacinci bardakta unutacaktim seni, bilmiyordum. Kalktim, dus aldim, henuz bornozum varken uzerimde ufak bir canta hazirladim. Bir iki tshirt, bir esofman, bir kot. Simdi uzerimden cikarmadigim sortlar yoktu, sen kizardin. Sacimi duzlestirdim -sevdigin gibi, makyajimi yaptim-kalem ve parlatici, sen bunu severdin sadece- ve tamamdi artik. Gordugun ilk taksiye atlayip, kendimden emin bir sesle emrettim: "Otogara gidelim."

Ruzgar gibi indim merdivenleri, bankadaki tum parami cektim bankamatikten. 

"Bir bilet alabilir miyim, ...'ya?"
"Ilk otobus saat 5'te yalniz?"
"Sorun degil, beklerim."

Bilet elimdeydi inanamiyordum, dolanmaya basladim otogarda. Oyle ya da boyle 5e 5 var olmustu saat. Cep telefonumu cikardim, o ezbere bildigim numarayi tusladim.

"Ben geliyorum!"
"Gelme..."

Neden diye sormadim.

"Peki."

Eve dondum. Dagittigim her seyi toparladim. Makyajimi sildim yarim yamalak, hattimi kirdim. Ellerimle beynime ulasip numarani hafizamdan silmek istedim. Olmadi, sirf o numarayi cevirmeyeyim diye evdeki telefonun kablosunu kopardim. Gunlerce evden cikmadim, internete girmedim, okudum, agladim, ictim. Sevdim.

Baskalarinin fark edip de bana soyleyemedigi seyleri soyleyebildigin icin sevdim, mantigini on plana aldigin her an icinse senden nefret ettim.

Sen sevmiyorsun diye saclarimi boyattim, kestirdim defalarca.Dunya sadece benim omuzlarimdaymis gibi davrandim, icimdeki kadina guvendim hep. Dunyaya kafa tutarken icimdeki sen'den kactim. Baska sehirlere, baska dillere, baska insanlara...Hep kactim. Sonra gencligimle kadinligim arasinda bir noktada kaldim oylece. Keske bir seylerden kacmak icin degil, bir seylerle savasmak icin kullandigim bir arac olsaydin. "Olmadin, ask olsun." diyebilmek, icimdeki tum aski sana armagan edebilmek isterdim, yapamadim. 

Ben zamaninda inceldigi yerden kopmasina izin verseydim, bu kadar saglam bir yerden kopmayacaktik belki, ve bu kadar acimayacakti canim.

Ben o bileti hic atmadim.
Senden sonra o sehre onlarca kez gittim, ama hic tat almadim.
Her seyinle bana karsi koydugun icin sevdim seni ben, cok sevdim.

Iyi ki var"d"in sevdigim.
Iyi ki oldun.
Dualarla andigim tek adamsin.

Dogum gunun icin gec kaldim ama, iyi ki dogdun.

jjskiss

"ben her ortama girdim" diyen adam

 bir hafta kadar önce çok yakın bir arkadaşımla sikko bir sahil beldesınde denize girdik. amacımız götümüzde çıkan isilikleri  söndürmekti. babam bunu önermişti. kendi halimizde yüzüp, boyumuzu geçmeyen yerlerde takılıyorduk. arasıra gözumuzu ve burnumuz kapatıp tumuyorduk.sonra biri konuştu;

- ikinizde küpelisniz.

 allah allah on yıldır birbirimizi tanıyoruz nasıl farkedememiştik.adamı dinlemeye devam ettik;

-buralımısınız?

-yok, ama ankara'da yasıyoruz uzun yıllardır.

-küpeler iyi, severim farklı adamı. bende de dövme var. (evet 5 tl verip sahildeki tatocu fatihe yaptırmıştı)

-evet.

-ünüversiteye mi gidiyorsunuz?

-evet

-hangi şehir? (a.q ankara demiştik bizi dinlemiyordu. ısrarla hikayesini anlatacaktı. kaçma denemelerimiz başarılı olmadı)

-ankara.

-bende dört yoldan geliyom. motorum var kanuni. modifiye yaptım. 100lük motora 250 taktım, amına koyuyor ortalığın. bi basıyorum mersin, bi basıyorum ayas. amcık nerede ben oradayım.( artık tam olarak emindik ;adam sapık)

-...

-benim ortamım kimsede yok. orta okul mezunuyum. çalışmıyorum. hayatımı yaşıyorum. 26 yaşındayım. nerde akşam orada sabah. sizde benım gibi eğlenmeyı seven tiplere benzıyorsunuz. ben yasamasını seven adamı severim

 ne yaşaması a.q, rutubet ve pislikten kokmuş evımızden yıl boyunca 5 kere cıkmamıstık.

-sürekli karı düşürüyorum, şimdi cıkim telefonda 142 tane mesaj vardır ( evet gercekten tam olarak 142 dedi). hani nerdesın? hani beni ne zaman gezdirecen? sürekli istekler. zaten bu devirde temizz kız kalmamış.geçen feysten bi kız düşürdüm, neyse buluştuk pastanede. ciddi düşündüğüm bi insan. demez mi beni ne zaman öpeceksin ? allahh alllaahh.

  adam sürekli konusuyordu. bızde nedense dinliyorduk.

- üniversite okumadım. daha ıyı ortamım var. arkadaslar dıyor ki ; sen bi de üniversitede okusan bize sikecek karı bırakmazsın. bu arada siz 2 yıllık mı 4 yıllık mı okuyosunuz

-5

... bak kardaş. ben her ortama girdim.

  adam ben her ortama girdim dedi ve biz tumduk. nefesimizi tutabildiğimiz kadar suyun altında yuzduk. dışarı çıkıp adama baktık. yeni avını bulmuş, bu kez uzun saçlı birini kitlemekle meşguldü.



miniktosba



-

Hayata dair "Burdan yak"

Yağmur yağsın isterdim bu sabah
Merhaba, soylu sevdam  merhaba!”

Diye başlıyordu Ahmet Kaya şarkısına. Benim ondan kalan tek hatıram Medya TV’deki cenaze töreniydi. Ne kadar kaldım televizyonun başında bilmiyorum. Babam hadi ders çalış dediği zaman saat hayli ilerlemişti. ben çalışkan bir çocuktum hayat tarafından eve mahkum edilmiş, çok çalıştım vaktiyle çok da düşündüm evet onun katili “hayattı” galiba.
Çoklarına ve bana göre o lümpen, hayatın umurunda olmadığı bir adamdı. Ama kim bilir nerden nasıl yakaladıysa tutuvermişti hayatın boğazından bir gece ansızın.
“Ama ödü varsa umru da var insanın ayarı gibi”; bir yer de ödüne tercih etmişti umrunu ve ayar vermeye kalkmıştı işte lümpen elleriyle...
Korkunun bittiği yerde hayat başlar. Onu değerli kılmaya niyetli usta ellerin marangozluğunda. Babadan oğla olmasa da şafaktan şafağa…
Benim gibi götü kalkmayana inat yeni yaşamın yaratıcılarına.

söz verdik, yine veririz
Geleceğin mavi göklü çocuklarına armağan diye,
bakırdan Mittani tepsileri içinde kalbimiz
Ey sonsuz sevecek olanlar dedik, ayetiniz açıktır.
Depremi yurt edinen kavim biziz,
Dağ eteği evlerinde uzak lambalar şimdi
bütün hayallerimizi birleştirdi kendi doğrultusunda
Hayat içinde kalbimiz dört ırmak olduysa da
Hayattan koptu her şey öldürülenler dışında
Ah sürüklendi ömrümüz yaralı bir kuş gibi gidenlerin ardında”


YAZAR NOTU: nihilizmi pek sevmem ayrıca Kürt nihilizminin boktan bir şey olduğunu düşünmekteyim. Bu yazı en ufak bir tevazuyu içermemektedir.

Ağustos 24, 2011

Hayal ve Gücü

Ya olursa ? The time machine isimli filmin kilit cümlesidir kendisi. Yıllar yıllar geçse de aklımdan silinmez o sahne:

- İnsanların en büyük salaklığıdır, ya olursa demek


- Doğru diyorsun ama bir şeyi unutuyorsun, ya olursa ? Kaboom


   Cümleler 1e 1 olmasa da buna benzer bir konuşma geçiyordu. Olayı da gayet iyi anlatıyordu açıkçası. İnsanın yaşamak için hayal gücüne ihtiyacı yok, ama ihtiyaç duyulan anlar da mevcut. Misalen bir genç klişesidir, off hatuna bak aboo. Hayalgücü devreye girer. Ben de hiç olmadı öyle bir şey açıkçası. Saçma geliyor. Hayaller gerçek kimliği kazanamayacak kadar soyutsa, üstüne gitmenin de bir mantığı yok gibime geliyor. Buna rağmen insan ister istemez boş hayallerin kurbanı da olabiliyor. Ya karşıma çıkarsa ansızın ? ne yaparım ? ne derim ? o ne der ? özlemiş midir acaba benim onu özlediğim gibi ? tekrar bir araya gelir miyiz ? gibi sorulara boğulduktan sonra, en beklenmeyen anda karşına çıkar ve ne sen hareket yaparsın ne o. Bir anlık duraksamadan sonra ikiniz de yolunuza devam edersiniz. Bak aklıma geldi mk. Ben yürümeye devam etmeseydim belki oturur bir şeyler içerdik, sohbet ederdik. Eski günlerden konuşurduk. Gözlük hiç yakışmamıştı ama. Tiki olmuş görmeyeli. Yazık...


Neyse dağıtmayayım daha fazla. Hayal gücünden bahsediyorudum sanırım. Evet hayal gücü, gerçekten güçlü müdür hayalin gücü ? Evet, şu an ben ayağımı bir 10'' bir kabinin üstüne atmış elimdeki üstünde harf ve rakamlar olan tuşlarda gezdirip bir pencereden bunları okuyabiliyorsam hayal gerçekten de güçlü. "Gerçekçi ol imkansızı iste" ne güzel söz değil mi ? açıkçası yarram gibi söz. "imkansızı isteyin" denilseydi bir mana taşıyabilirdi ama iste olunca boş oluyor o söz. Şans faktörü yeterince yüksek değilse, kimse imkansızı başaramaz. Başardım diyenler imkansızı değil, imkan dahilinde olup başarması güç olan şeyleri başarmış olanlardır. Misalen, Muhammed Suiçmezin yazdığı bir soloyu ben şu an çalabiliyorsam bu imkansız değil başarılması güç bir şeyi yapabildiğim anlamına gelir. İmkansız değil çünkü o, insan yapmış sonuçta mk neyi imkansız ? Evet bu da benim en büyük hayallerimden biriydi açıkçası. Yerine getirince de öyle triplere girip LAN LAN LAN EVRAKAAA da demedim. Hayalin en güzel yanının sonunun olmaması olgusuyla karşılaşıyoruz burada. "Hayallerim gerçek oldu"dan daha saçma bir şey duymadım hayatımda. Hayallerin gerçek olduysa senin hayal gücün bir hayli zayıfmış. Aslında o hayal gücü de değil takıntı olur (Bak bak tespite bak, spontane yazınca öyle oluyor tabi). Hayal gücü sınırı ucu bucağı olmayan olmayan, her zaman için yenilenen, gelişen, kendini aşan, aştığı kendini aşmayı da hedef edinen bir olgu. Bu sebeptendir ki hayaller gerçek olmaz hiçbir zaman. Sadece kademe değiştirir. Hayal gerçek olsaydı adı hayal olmazdı. Peki ya hayal gücü olmasaydı ? Ben malak gibi okula gidip gelseydim her gün. Ne kadar sıkıcı olurdu değil mi ? Ama, hayal gücüm olmasaydı ben şu an üniversiteden mezun olmuştum. Tam da bu dönem, ama an itibariyle önümde 3 sene var gibi duruyor. Hayal gücü dozajı aşıldığında gerçekten zararlı o zaman. İşte bu sebeptendir ki gerçeklerle hayaller arasında fark olduğunu idrak edebilmeli insan. Ne somut, ne soyut. İnsan arasını tutturabilmeli ki gerçekten ikisi de bir işe yarasın. Hayaller gerçeğe yavaş yavaş, parça parça karışabilmeli ki hayatın bir anlamı bir tadı olsun. Ben bir hayli uzağım sanırım bu olaya şimdilik. Odamda sandalye göt çürütürken hayallerimden sadece birine odaklanabiliyorum çünkü. Ama olsun, hayat bir şekilde yaşanmalı. Yavuz Çetin gibi acizlik edecek halimiz yok.

Ayrıca söylemek istediğim bir şeyler var: Ceylan dudaklarini oksayip, kiraz saclarina bakmak, sirma gozlerini opmek... Hayir ! Bizim askimiz: Fenderle death metal kasmak, klasik muzikte headbang yapmak, black metal dinledikten sonra elhamdulillah demek gibiydi, gibi, gibecek

Lan istanbul, 3. köprü sana girsin. Doymadın benden aldıklarınla, o doyursun seni.

http://www.youtube.com/watch?v=7E-RTI-H2oI

Spiritualerening