Bazılarımız vardır hayatın karmaşıklığı içinde sağa sola dağılmak istemeyiz. Kurulmuş düzenlerden, kemikleşmiş karakterlerden hoşlanırız. Farklı farklı rollere gireriz gençlik yıllarımızda. İmajlardan imaj beğenmeye çalışırız. Belki bu, arabeski toprakların acılarından kaçmak için tutunduğumuz akıllı bir yoldur. Zamanla bedenimizde yarattığımız imajlara öyle bir inanır hale geliriz ki, sokakta yürürken kendimizi Jim Morrison, dans ederken bir Kızılderili veya kırmızı çoraplarımızla tavladığımız bilmem kime benzettiğimiz bir adam boynumuzun altını dişleyip kalçamızı avuçlarken bilinçaltımızın derinliklerindeki başarı çığlıklarıyla bir romanda geçen şuh kadın zannederiz kendimizi ya da çoktan o karakterler cisimleşmiştir bizde. Bazılarımız bu yola ergenlik hüsranlarıyla bazıları da yaşamsal travmalarla girmiştir. -Ama bazı batılı filozofların (örneğin Lacan, Zizek) hatırlattığı üzere çocukluğumuzdan itibaren her zaman bir imaj yaratırız ve bu toplumsallaşmanın vazgeçilmez koşuludur. Kim bilir kimimizin kalçasını kıvırtması Hülya Avşar’a, kimimizin sevgilisine erkeklik timsali köpürmesi Kadir İnanır’a, kimimizin nazik kadın tavlama halleri bilmem hangi Fransız filmindeki çapkına veya kimimizin taşın üstünden atlaması Pokemon’a benzer. Anneciğim ince tılsımları isteklerinizin kabul ettirilmesinde bir taktiktirdir ve öğrenilmiştir. Her birimiz birer hiçiz ve karizmaya gerek yok…-
Ergenlik krizlerinin yarattığı imaj oluşturma süreçlerinde kalmıştık. Seksin sadece cennette ve bu dünyanın dokunulamayan cenneti görüntüler dünyası televizyonlarda olduğu bu toprakların abaza kalmış bazı gençleri bir am için Mecnun gibi çöllere düşmüştür ve arabesk filmlerdeki gibi acıyı dibine kadar yaşamıştır. Yanlış karakterle üzerine kurulu bir taktiğin yerine artık daha farklı imajlar yaratmanın zamanı gelmiştir. Eğer üniversiteye geldiyseniz artık kendinize karizma yaratmak zorundasınız artık çöllere düşmek istemiyorsanız. Kulaklarınızda artık yeni bir öğreti Neyzen Tevfik’ten:
reşo
“Ben bu dünyanın devr-i devranının, izzet-i nefsini sikeyim
Yansın bu ibneler su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim
Ben deli miyim mecnun gibi bir am için çöllere düşeyim
Verirse verir, vermezse Leylayı da sikeyim”
Tabi her kahramanın hikayesi böyle gelişmez. (Ama buna benzer bir hikaye kahramanı için Necip Mahfuzun Kahire üçlemesine bakılabilir. Fakat bu dev yapıtın kahramanında imaj yıkım ve yeniden yapım sürecine rastlayamayacaksınız). Konuyu fazla dağıtmadan devam edelim mantıksal bağlarla metnimizi kurmaya. Biraz daha beylik sözlerle devam edelim ve özetleyelim mevzuyu. Toplumda tutunmak ve hayatımızdaki güvenliği kaybetmemek için bireyler oluruz. Bu bireyler bedensel ve ruhsal bütünlükler kurmaya çalışır. Birer imajımız vardır ve hayatımız düzenli bir biçimde gider. İhtimallere ve risklere gerek yoktur, kuraldışı davranışlara asla. Kuraldışı olduğumuz yerde yeniden topluma kazandırılabileceğimiz varoluşlar vardır. Kimi için bu aile terbiyesi, kimisi için hapishane v.b disiplin kurumları. Kimlileri için yeni imajlar kazanabileceğimiz filmler, edebiyat eserleri ve türlü türlü hikayeler. Kimileri için türlü deneyimler yaşayabileceğimiz barlar gibi mekanlardır buraları. Ve bir gün artık bu yaşamadan sıkılmış olarak kendimizi patronların, kadınların, ve erkeklerin kucağında bulabiliriz. Ya da annemizin sıcak öpücüklerinde. Her şey vücut ve ruh bütünlüğü içindir. Ve çok uzaklarda asla ulaşamayacağımız amaçlar ve fantasmalara doğru yol alacağız dosdoğru. Kimileri iyi kimileri kötü, kimileri doğru kimileri yanlış yaşayacak. Kimileri köle kimileri efendi…Amımız ve götümüz sağlam kalacak. Tek bir yolda ilerleyeceğiz. Sağa sola dağılmak yok. Tek bir akış…Ancak bulabilirseniz bir partner, yatakta farklı farklı pozisyonlar olabilir ama hep aynı kafa…Bu amı götü dağıtmak deyimi üzerinden asıl konuya gelerek Deleuze ve Guattari’nin “Le corps-sans-organes” (Body without Organs- Organsız Vücutlar) meselesini açıklayacağım. Ünlü eserlerinde burada uzun uzun alıntı yapmadan (akademik takıntıları olanlar için full alıntılara metni sonradan tekrar bezeyebilirim) yeni peygamberlerimizin fikirlerini kısaca açıklayayım. Kısaca şöyle: Vücut ve ruh dediğimiz şeyler bütünsel değildirler. İnsanın ağzı aynı anda bir karşısında vajinal derinliklerini arzuladığı kadının memelerini ve belki de arkadaşınızdan abi manitayla buluşacağım borç versene deyip geldiğiniz, duvarlarında bir sürü sanatçının, karizmanın, bacağın v.b olduğu kafenin mutfağından gelen yemekleri arzulayabilirsiziniz. Beyninizde belki başka bir şey var – şunu bir yatırıp da çığırtsam gibi- türlü türlü maymunluklarla Cem Yılmaz’dan ya da ortamına göre bir düşünürden (mesela Sartre) alınmış konuşmalarla zaman harcarken. O sırada yoldan araba geçiyordur ve kulağınız oradadır belki de. Bi başka gözünüz eğer belki de kadınsanız LCD ekrandaki güzel kaslarda. A bir de karşıdakinin de kaşı, gözü ve duyguları sonsuz akış ve karmaşa içindedir. Yani bedenin ve hislerin karmaşık süreçleri, etkileşimleri ve sonsuz algılama ve deneyim. Türlü hisler ve her bir parçacığın (mesela kulak, göz, göz bebeği, burun, burun kılı, böldükçe bölelim bedeni ve ruhu da parçalayalım hüzün, sevinç, kırgınlık, umut v.b.) farklı parçacıklarla etkileşimi. Durun burada bütünsel oluna. Beden ve ruh bütün halinde olsun. Ya ruh bedene ya da beden ruha hakim olsun. Bilinç algılara ya da algılar bilince…Ve imajımız. Bizi doğru, düzgün ve bütünlüklü gösteren . Akıllı olalım da amı götü dağıtmayalım. Organsız vücutlar olur mu? Çobansız sürü olur mu? Akıllı olun da Mecnun ile Leyla olmayın…
Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere bizim topraklarda felsefe yapılamıyor. Bir düşünce bu kadar argoyla açıklanabilir mi. Bizde bol bol am, sik ve göt geçer arkadaş muhabbetlerinde. Burdan yola çıkarak porno filmlerin sanatsal formların oldukça gelişmiş olduğu düşünülebilir. Maalesef böylesi bir olgu da söz konusu değil. Bu kadar am, göt ve sik lafı ancak seks deneyimlerinin güdük kaldığı ya da bugünlerde olduğu gibi sıkça yapılmaya başlasa bile hala normal bir iş olarak kabul edilmeyen ülkelerde olur galiba. O yüzden yeni yeni imajlarla beton gibi sarsılmaz kalmaktansa Mecnun gibi acı çekmek için değil de haz almak ve yaratıcı olmak için amı götü dağıtalım.Daha sonra Mecnun gibi güçlenince şehirleri fethetmek ve başkalarına hegemonya kurmak için değil de enerjimizi sonsuz etkileşimlere sokarak başkalarının varlığını da yok etmeyerek. Unutmayalım ki oyun oynamak çok fazla kişiyle daha keyif vericidir. “Nerde çokluk orda bokluk olmaz ya da bokluk kötü bir şey midir” (Başka bir yazıda bu konu ele alınacaktır)
reşo
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder